“Tarih; insanları geçmiş olaylara ve geçmişte önde gelenlerin gizli ve açık fikirlerine muttali kıldığından, amme için faydalı ve münevverler arasında makbul bir ilimdir.” Ahmed Cevdet Paşa

Ülkemizde hakikatte muhalefet olanlar iktidar, iktidar olanlar ise muhalefettir. Onların ifadesiyle “Biz kırmızı plakalı arabalara binmiyor olsak da o arabalar bizim istediğimiz yöne gitmektedirler” Ülkemiz son bir asırda belki on yüz yıllık acı bir tarih yaşamıştır. Yalan söyleyen tarih değil, yalan söyletilen tarih utansın demek bile azdır. Kur’an elif bası okuduğumuz kadar keşke tarih de okusaydık. İki şeye çok hayıflanırım birisi tarih cehaletimiz diğeri ise edebiyat cehaletimiz. Dili ve dimağı felç olmuş bir toplum olarak öyle zulüm ve baskılara maruz kaldık ve hala o zulmün içinde yaşıyoruz ki anesteziyle uyutulmuş hasta bizden daha aklı başındadır.

Evet, bu günkü tartışmaların temelinde kuruluşun ilk çeyrek asrı yatmaktadır. Dokunulmaz bir tarih ve söylem sebebiyle ekseriyetle tarih okumalarını Kur’an ve hadisin gösterdiği istikamette yapamadık. Nafile ibadet, teravih, sahur, bayram, fitre gibi tartışmalarla uğraşırken cihad ayı olan Ramazanın bu yönünü ihmal ve inkâr ettik. Ramazan ayı uyuşturan ve doyuran değil cihad için yollara düşüren bir ay iken maalesef günümüzde laylay lom bir TV söyleminin bombardımana tutularak uyutulmaya devam ediyoruz.

“Türkün dini, şeriatı, uleması kılıçtan geçirilmiştir. Türk milleti, bu kahpelikleri unutursa, dünyanın en aşağılık milletidir.” Mustafa Sabri Efendi

Evet, yeni rejimin kurucu felsefesi yaşatıldığı müddetçe biz, gençlik deist ve ateist oluyor gibi yanlışlardan kendimizi sorumlu ve suçlu tutma gibi zehaba kapılmaktayız. Ülke gençliğinin desit olmasına bile tahammülü olmayan rejim bununla da yetinmeyerek din değiştirmeyi dahi teklif etmiştir. Hadi okuyalım.

“Bizim Peygamberimiz Gazi’dir. Arabistan’lı zatla artık işimiz bitti”

13-16 Kasım 1970 tarihli Yeni İstanbul gazetesindeki neşredilen belgesel haberde Kâzım Karabekir Paşa diyor ki;

“18 Temmuz 1923’te Ankara İstasyonundaki binada Teşkilat-ı Esasiye’nin “1924’te kabul edilen Cumhuriyet tarihinin ilk Anayasası” taslak görüşmelerinde Anayasada zikredilecek olan din maddesi üzerine konuşuyorduk. Ben içeriye girdiğim sırada Tevfik Rüştü Bey konuşuyordu;

​“… Ben kanaatimi millet kürsüsünden de haykırırım… Kimseden korkmam… Teşkilat-ı Esasiyemizde dinimiz apaçık yazılmalıdır…” diyordu.

Bu sözleri duyunca şaşırdım ve söz aldım ve dedim ki;

“… Teşkilat-ı Esasiye’de dinimizin İslam olduğu apaçık yazılıdır. Rüştü Bey hangi kanaati haykıracaksın? Hangi dini yazdıracaksın?... Hıristiyanlığı mı?...

Soyadı Kanunu'ndan sonra "BOZKURT" lakabını alacak olan meşhur Türkçü Millî Eğitim Bakanı Mahmut Esat Bey söz aldı ve sert bir biçimde bana cevap verdi:

“… Evet Hıristiyanlığı… Çünkü İslam ilerlememize engeldir. Bu dinle yürünmez mahvoluruz. Ve dünyada bize kimse ehemmiyet vermez…” dedi.

Fethi Bey söz alarak, bana gayet katı ve sert bir biçimde şunları söyledi;

“…Evet, Karabekir, biz Türkler İslamlığı kabul ettiğimiz için böyle geride kaldık. Bunun için artık İslam’da kalmamamız lazım…”

Ben de bu sözleri sarf edenlere karşı aynı sertlikte cevap verip İslam’ı savunurken oturumu idare eden Mustafa Kemal Paşa sözümü kesti ve dedi ki; “…Müzakereler çok hararetlendi… Burada kesiyorum.” (https://www.haber7.com/yazarlar/ahmet-anapali/2171560-islam-cok-zararlidir-hiristiyan-olalim)

Mustafa Kemal Türkün ve devletin dini İslam’dır deseydi ama 10 Nisan 1928 tarihinde yapılan değişiklikle Anayasa’nın 2 maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” hükmü çıkarılmıştır.