Fahri Tuna

Dönemin dergilerine bir göz atıldığında kolayca görülecektir ki, Sait Faik ötelere göçtüğünde (11 Mayıs 1954) ülkemizde hikâye yazanlar yüzde 90, onun gibi öykü yazanlar, en fazla yüzde 10’dur.

Bu hükmün üzerinden günler aylar yıllar on yıllar geçti. Tam tamına yetmiş bir sene. Peki dergilerimizde bugün durum nedir? Diye bir soru sorulacak olsa, - ki pekala sorulabilir, hatta sorulmalıdır - galiba durum tam tersinedir artık: Yüzde 90’ı Sait Faik gibi durum ağırlıklı öyküler yazmakta (yayımlamakta), en fazla yüzde 10’u da Ömer Seyfettin gibi kıssadan hisse çıkartmaya dayalı geleneksel hikâye yazmakta.

Durum apaçık budur.

Şimdi şöyle bir soru gelebilir: Sayıları iyice azalan bu gelenekçilerin en iyisi, en iyileri kimler?

İlginç bir rastlantı; cevabım, Sait Faik gibi bir başka Adalı, Adapazarlı, Cüneyd Suavi, olacaktır. Bir Adapazarlı modern öykücülüğün öncüsü, bir Adapazarlı geleneksel hikâyeciliğin soncusu. Helal olsun hemşerilerime. (Hayatta hiç hemşericilik yapmadım, yapmam, yapmayacağım. Burada azıcık ironi hakkımı kullanayım, istedim izninizle.)

Derdi, Dedem Korkut gibi onun; mesaj vermek. Boşa okunmasın, kıssadan hisse çıkartsınlar istiyor okurları. Gerekçesi de şu: Bu kadar işinin arasında beni boşuna okumasın sevgili okurlarım! Kimseyi boşu boşuna meşgul etmemek gibi bir derdi var onun. Yoksa yakama yapışırlar ötelerde, diyor.

Cüneyd Suavi, - pek bilinmez - otuz üç sene, haftada kırk saat derse giren bir akademisyen, mimari profesörü. O yoğun tempo arasında yirmi iki de kitap sığdırmış. Her kitabının kaç baskı yaptığını hatırlamıyor. Merak da etmiyor. Sadece Hayatın İçinden-I ve II’nin 500 binden fazla sattığını biliyor. O kadar. Allah Resulü kitabının da daha şimdiden 210 bin baskıyı geçtiğini ifade edelim.

Türkiye’mizde kitaplarının toplam baskısı 1.000.000’u (yazıyla bir milyon adedi) açan kaç yazar vardır? 506 kitap yazarı Peyami Safa’nınkiler geçmiş olabilir. Belki 106 kitabın yazarı Necip Fazıl’ınkiler de. Netice itibarıyla bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki nadir yazarlarımızdan birisidir Cüneyd Suavi Ağabeyimiz.

Üstelik de bugüne kadar hiçbir kitabından tek kuruş telif almamış, kabul etmemiş birisidir. Bizzat şahidim buna. Bihakkın böyledir:

Dönemin Edirne Valisi aziz dost Hasan Duruer, göreve başladığının ertesi hafta, 2012 Ramazanında, beni Balkan Danışmanı olarak atamıştı. 1912’de çekildiğimiz Rumeli’nde ses bayrağımız Türkçemiz, yüz yıldır eğitim dili olmadığından, gençlerde büyük bir Türkçe açığı tespit etmiş, bunun yönde çalışmalar/etkinlikler/programlara yoğunlaşmıştık. Kolay okunur, sıkılmadan okunur, iz bırakır metinler seçmeliydik. Aklımıza Cüneyd Suavi geldi. Oturduk, konuştuk, uzlaştık. İki ayrı kitap hâlindeki Hayatın İçinden’den kırk hikâyesini seçti hoca. Onları, 40 Sevgi Hikâyesi adıyla bastırıp Kırcaali’den Prizren’e, Filibe’den Gostivar’a, Sofya’dan Üsküp’e, Gümülcine’den Kalkandelen’e, İskeçe’den Priştina’ya, Şumnu’dan Gagauz Yeri’ne, Burgaz’dan Köstence’ye, Varna’dan Silistre’ye… Ev ev, lise lise, öğrenci öğrenci, şehir şehir, kütüphane kütüphane dağıtmaya çalıştık. Bugünkü fiyatla, tanesine 10 lira - 100.000 tl (yaklaşık iki bin beş yüz dolar) telif ödememiz gerekiyordu Cüneyd Hoca’ya. Haktı. Hakkıydı. Yerden göğe. Buyur dedik; buyurun size cevabı: Ben hiçbir kitabımdan telif almadım, almıyorum. Payıma ne kadar telif düşüyorsa, onları da baskıya ekleyin, o kadar daha kitap basın dağıtın.

Planlamamız 10.000 adet baskıyken, onun almadığı teliflerle 14.000 rakamına çıktık. Böylece fazladan 4.000 eve, kütüphaneye, gence dokunmuştu(k), o sayede. Benzeri onlarca yüzlerce olay geçmiştir hocamızın kırk yıllık yazarlık hayatından.

İşte Cüneyd Suavi. Budur. Böyledir. Buncadır.

Pamuk yürekli, altın kalpli bir kalemdir zira o.

Peki, ne zaman nasıl başlamıştır yazarlık hayatına Cüneyd Suavi? İlk eserini ne zaman ve nasıl yazmıştır? Nasıl keşfedilmiştir? Cüneyd Suavi ne demektir? Müstear bir isim olmasın sakın bu imza?

Tek tek hepsini anlatalım efendim (peşpeşe beş bombayı da patlatalım yani):

Cüneyd Suavi, bir kere şair, yazar, bestekâr İbrahim Erdinç Şumnu’nun kardeşi, bir. Tarkan’ın çizeri Sezgin Burak’la ressam Ersin Burak’ın dayısının oğlu, iki, Deliorman Şumnu’dan Balkan Harbi hengamında Anavatan’a, Adapazarı’na yerleşen bir ailenin torunu, üç, kendileri mimari profesörü olup gerçek adı Şükrü Şumnu, dört. Ve en büyük bombayı da sona bıraktım: Cüneyd Suavi, lisede Edebiyat dersinden ikmale kalmış bir öğrenci, beş.

Nasıl mı keşfedilmiş? O da ilginç; Genç Selim Gündüzalp öncülüğünde altı yıldır her ay kalplere ve akıllara doğru kucak açan Zafer Dergisi’nin mutfağında yer alır Sakarya Mühendislik Fakültesi akademisyeni Şükrü Şumnu. Hem merhum Selim Gündüzalp’in heyecan ve adanmışlığından çok etkilenir hem de tevhit inancının kuvvetlendirilmesi çabalarından. Haftada kırk saat dersin ve evlilik sürecinin yoğunluğundan arta kalan zamanlarda Zafer’dedir. Her ay büyük bir çaba ve heyecanla yeni sayıların hazırlanmasına o da katılmaktadır.

1983 yıldır. Baskıya gidecek yeni sayı hazırdır amma bir sayfa boştur. Selim Gündüzalp:

- Şu boş sayfaya da sen bir şey yazar mısın Şükrü Ağabey? Diye ricada bulunur. Yok, ben beceremem, dese de ısrar o kadar güçlüdür ki, çaresiz kalemi kâğıdı eline alır Şükrü Hoca. Kendi tabiriyle karalar bir şeyler. De, yazar adı ne olacaktır? Ben Üniversite hocasıyım. Gerçek adım olursa bazı öğrenciler istismar edebilir. Müstear bir isim koyalım, der. Hüseyin Adnan Şengörür (pardon Selim Gündüzalp), bizim Adnan Şimşek, Cüneyd Suavi adıyla birkaç yazı yazdı, bıraktı, artık yazmıyor. O bundan böyle senin müstearın olsun, Şükrü Ağabey, deyince problem çözülür.

Tam kırk iki sene geçer ilk bu siftahın üzerinden. Hayatın içinden, gözlemlerle, duyumlarla, yaşadığı ve dinledikleriyle… binlerce yazı, yirmi iki kitap. Üç binin üzerinde söyleşi, imza günü. Çağırılan her yere gider, tek kuruş telif ve yol parası almadan. Belki de bunun bereketidir, bir milyonun üzerinde kitabının satılmış/okunmuş olması.

Ben bir tevhit öykücüyüm. Sevgi öyküleri yazıyorum, sözü de onundur. Asıl Cüneyd Suavi, Adnan Şimşek’tir, ben çakma Cüneyd Suavi’yim, sözü de.

Daha, üniversite yıllarında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, bir alt sınıftaki Erol Evgin’den daha popüler ve meşhur bir gitarist ve şarkıcı olduğundan söz etmedim. Onlarca film senaryosu yazdığından da. Örnek bir mimar oluşundan da.

Dört başı mamur bir sanatçıdır Şükrü Hoca. Affedersiniz Cüneyd Suavi. Bana ne zaman Şükrü Şumnu deseler ürperiyorum. O kadar çok Cüneyd Suavi olmuşum ki, diyor tebessüm ederken.

Yetmiş yedi yaşın kemalindeki Adalı Cüneyd Suavi, Dedem Korkut’un yolunda, son hikâye anlatıcımız bizim.

Şirinyalı’da, İzmit Körfezi’nin mavi sularına baka baka, tevhit hikâyeleriyle, kitaplarıyla donatıyor dört bir yanımızı.

Çünkü o bir tevhit hikâyecisi.

Tam da budur Cüneyd Suavi Hoca’mız. Budur ve buncadır.

Kaynak: YENİ SAKARYA GAZETESİ