Her tarafı bir ateş çemberi sarmış, zulüm arşı geçmiş, insanlığı inim inim inletiyor. Vahşilik, insanoğlunun başına gelmiş en karanlık çağlara rahmet okutuyor. Ve yığınlar, ne olup bittiğinden habersiz, kendince bir mantık üretmeye ve yorumlamaya çalışıyor; sıranın kendisine de geleceğinden habersiz.
Osmanlı’yı anlamadan bugün ne olup bittiğini anlayamazsın. Osmanlı, niye topraklarını bu kadar genişletmeye ihtiyaç duydu? Sınırlarını niye Avrupa’dan Asya’ya, Arap Yarımadası’ndan Afrika’ya kadar at koşturdu? Niye birçok milleti bir arada tutmak için stratejiler belirledi, isyanlara ve savaşlara göğüs gerdi? Çünkü skolastik düşüncenin ne kadar vahşi ve yıkıcı olduğunun son derece farkındaydı. Batı’da Haçlı zihniyeti ve üvey kardeşi Siyonizm’den Çin’in Taoizmi’ne kadar, amaçları için yakıp yıkmaktan çekinmeyen — çağımızda da şahit olduğumuz — yapılardır. İşte Osmanlı, tüm bunlara karşı insanlığın kalkanı idi.
Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı’nın şifresini çözmüş, hinterlandını kullanarak uyguladığı stratejiyle hem kendisini sıcak temastan korumuş, bölgeye düzen getirmiş hem de kendi varlığına tehdit oluşturan karanlık planları bertaraf etmiş oldu. İşte biz bunun adına Devlet Aklı diyoruz. Kim ne derse desin, emeği geçen herkesi tarih yazacaktır. Yarının nesilleri bugün yapılanları anlayacak ve daha iyisini yapacaktır.
Devlet aklı, içeride de on yıllardır halının altına süpürülen meselelerle yüzleşmeye başladı. Kolay olmayacak; büyük travmalar yaşamış bir millet, tekrar tek Devletin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çatısı altında tam aidiyet ile ve bağımsız yaşamanın formülünü de bulmalı. Unutulmamalı: etnik kökeni ne olursa olsun, bu coğrafyayı yurt edinenlerin hür yaşayacağı Türkiye Cumhuriyeti’nden başka devleti yoktur. Kıymetini çok iyi bilmelidir.