Modern çağ dediğimiz bu hastalıklı çağda, devletimizi korumanın yolu medeniyetimizi korumaktan geçer. Medeniyetimizi korumak için ise hatırlamak, hatırlamak içinse unutmak... Medeniyetler yıkan, kan, gözyaşı, zulümden başka bir şey sunmayan Batı’ya dair ne varsa unutmak yerine; gittiği yere huzuru, barışı, insanca yaşamayı getiren; fethettiği toprakları ganimet olarak değil, memleket olarak bakan Türk’e fütuhatını yaşatan medeniyet anlayışını hatırlamak.
“Ey Türk! Titre ve kendine dön. Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir?” demişti Bilge Kağan. Aslında zamanından günümüze müthiş bir manifestodur. Maalesef ilimiz de bozuldu, töremiz de. Kültürden sanata, insana dair ne varsa Batı’dan kopyaladık. Haliyle Batı’nın modernite adı altında sakladığı ahlaksızlığı aspirin niyetine yuttuk. Dinimiz ve töremiz ne kadar dirense de, medeniyetimiz çökmek üzere.
Tarih boyunca Türk beklenen olmuştur. Kılıcının keskinliği, Allah’a (c.c.) tam sadık olmasındandır. Öteleri anlamasından, hakikate vakıf olmasındandır. Bu duruşu, Türk’ü ırksal olmaktan çıkarmış; büyük bir medeniyetin ta kendisi yapmıştır. O nedenledir ki Laz’ın, Arap’ın, Çerkes’in, Abaza’nın, Arnavut’un, Boşnak’ın, Kürt’ün vs. hepsine emperyalistler “Müslüman Türk” demiştir. Yoktur birbirinden gayrı ne geçmişleri ne de gelecekleri... Bu söz, kalû belâda verilmiştir.
Biz hakikati anlamadıkça, anlatmadıkça, yaşamadıkça, yaşatmadıkça; dünyanın en güzel şehirlerini, barajlarını, köprülerini vs. yapsak da medeniyetimizi ve varlığımızı koruyamayız. Esir düşeriz. Teslim olamayız. Modern çağa, çağlar ötesini gören vizyonumuzla yön vermeliyiz. Çünkü Dünya’nın bize yine yediden en acilinden ihtiyacı var.
KAYNAK: YENİ SAKARYA GAZETESİ