Dört sene önce (Temmuz 2021) Kurban Bayramı’nda evimizin giriş kapısına bir poşet asılmıştı. Adeta askıda kitap durumu. Bizi evde bulamayan bir yazar, selam niyetine bırakmış, meğer. Açıp baktım; bir şiir kitabı: Kalbim Mavi. Şairi, İbrahim Gürel. Bir de not: Ben arka sokağa yeni taşınan komşunuz İbrahim Gürel, dostunuz Sedat Dağkesen’inselamıyla geldim ama sizi evde bulamadım. İyi bayramlar efendim. Bir de telefon numarası.
Kitabını elimize alışımızın üzerinden dört koca yıl geçmiş. Dört sene, 200 küsur hafta demek. Geçen sürede İbrahim Gürel’le, İbrahim’le, İbrahimciğimle, en az haftada bir görüşmüşüzdür. En az 200 buluşma, 200 görüşme, 200 TYB Sakarya programı, söyleşi, imza günü, instagramprogramı, belgesel çekimi, iki sene boyunca her biri on altı haftalık Yazistanbul Yazarlık Programı (ilk sene öğrencim, ikinci sene asistanımdı İbrahim), yolculuklar… Dört senede kırk dört yıllık yakınlık, yoldaşlık, yarenlik İbrahim’le bizimki.
İyi tanırım. Ve iyi bilirim. (Hem el’an hem musalla sorusuna cevabendir, bu sözüm. Yeminlebak.)
Munis, mülayim, mutedil biridir bizim İbrahim. Belli ki uzun boyunu Çerkez kökenli annesinden, sabırlı sakin ve vakur duruşunu Bulgaristan Plevne göçmeni babasından almış olmalı.
O bir Adapazarlı. O bir Türk, o bir Müslüman kalem. İliklerine kadar elbette. Bir hisli yürek, bir altın kalp, bir sızlayan gönül onun ki. Arabasında kedi ve köpekler için daima mama taşıyan bir yürek, Gazze’de katledilen masumlar için gece gündüz inkisar/isyan dolu dizeler yazıp paylaşan bir gönülden söz ediyorum; biliniz.
Dönelim edebiyata: Şu Alaz ateşinde kavrulan dünyada, Kalbim Mavi diye diye, Gölgesiz Bir Sabah, her gün, Bir Gün Elbet, insanlık kurtulacak, bütün ezilen masum yürekler, İyiyim Ben diyecek, Gizemli Radyo’da çalınacak zafer şarkıları eşliğinde, diye. Bunu için yazıyor, bunun için yaşıyor, bunun için yapıyor her yaptığını İbrahim. Özünde, gözünde, sözünde bunlar, hep. (İtalik yazdıklarım kitaplarının adları.)
Kırk sekizindeki bu filinta adam, neler mi yazmış: Biri şiir, biri roman, biri çocuk edebiyatı, üçü öykü; altı senede altı kitap. Kırk iki sene artı altı yılda altı kitap elbette.
Ne kadar yetenekli olursanız olun, bu dünyada emeksiz ve çilesiz başarı olmuyor, elbette. İbrahimciğim de nasibini almış bu ezeli hakikatten. Babacığının, yakınlarındaki bir okulun öğretmenine inadına, üç sene her gün iki kilometre mesafedeki ortaokula çamur çökek, yarı karanlık, el feneri elde gidip gelmekten tutun da yine babacığının, bir akrabasının önerisiyle onu kısa yoldan bir fabrikaya kapağı atsın diye sanat enstitüsünde okutuşuna. Liseyi bitirene kadar hayatınla ilgi sen ne düşünüyorsun? Diyen olmamış. Toplumumuzun yüzde 90’ı gibi. Ne zaman ki savunma sanayii alanında bir kamu kurumuna kapağı atmış, ne zaman ki evlenip barklanmış, işte ancak o zaman sırayı kendine getirebilmiş: Anadolu Üniversitesi’nden Kamu Yönetimi mezunu olmuş. Ona mahallemizin gölge kaymakamı demem boşuna değil.
Örnek bir evlat, örnek bir eş, örnek bir baba, örnek bir komşudur İbrahim Gürel. Örnek bir marangozdur da. Elinden gelmediği yoktur. Komşularının, dostlarının evlerinde ne eksik gedik varsa, Hızır gibi yetişir hemen. Her derde deva İbrahim, diye bilinir yakın çevresinde. Bir işi İbrahim’e verdiniz mi, gidin yatın, o bütün ruhu ve fiziğiyle o işe girişecek, Allah’ın izniyle de başaracaktır.
Güven istikrar ve iyilikseverlik karakterinin temel vasıflarıdır. Her zaman mutedil, her zaman kontrollü, her zaman dengeli. Ah bir de fazlaca duygusal olmasa. Duygusal olmayan yazar mı olur, dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Da ben de fazlaca dedim zaten. Bir yere kadar çok normal elbette duygusallığı(mız).
Evinin altında oluşturduğu ve adeta edebiyat Mahfil’ine dönüştürdüğü kütüphanesi, dostlarının ve onun, bir nevi sanat ve huzur sığınağıdır.
Ta ortaokul yıllarında başlayan bir şeyler yazma serüveni, hayatın bin bir gailesi, fabrika, vardiya, çoluk çocuk, onların okulu dersleri ödevleri… ev bark edinme, kira, taksit, birikim derken, ancak okumalarla devam edebilmiş. Akşam olmuş sabah olmuş. Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalamış. Gün gelmiş su yüzüne çıkmış, okumalar yazmaya dönüşmüş. İlk kitabının yayını sonrası, eski işyeri arkadaşı Sedat Dağkesen’in önerisiyle yolu, bir sokak önlerinde ikamet eden TYB Sakarya Şubesi Başkanı Fahri Tuna ile kesişmiş. Gürel - Tuna dostluğuyla vites yükseltmiş İbrahim. Tuna’nın yazarlık dersleriyle ağırlığı öyküye vermiş. Emeklilikte gelince İbrahim’in dünyasını edebiyat kuşatmış tümüyle. Ailesi ve edebiyat. Ve ardından TYB Sakarya Şubesi’nde yöneticilik. Sekreterlik, ikinci başkanlık. (Pek yakında şube başkanlığı inşallah.) Salonlarda ve instagramda aylık program yöneticilikleri, söyleşileri. Son dört yılda, dolu dizgin edebiyat.
Neyi sever neyle uğraşırsa, o alanda gelişiyor insan. İbrahim de dört yılda 21 ayrı dergide öyküler yayımlamış. Aralarında Hece Öykü, Yedi İklim, Edebiyat Ortamı, Hayal Bilgisi, Güfte Edebiyat, Füyuzat, Düşeyaz’ın da bulunduğu yirmi bir dergide, seksenin üzerinde öyküsüokunmuş.
Bir de ilginç anı. Öyküye yeni geçtiği günler İbrahim’in. Bir yandan da Fahri Tuna’nın Yazistanbul projesinde öğrencidir. Yazar-edebiyat öğretmeni Safiye Önal’ın yönettiği üç kişilik bir çevrimiçi oturumunda İbrahim Gürel’in Taburcu öyküsünü değerlendirmektedir Tuna. İbrahim de hocasından alacağı övgü ve takdirin umudundadır. Ama o ne. (Hocası tersinden kalmış gibidir sanki.) İbrahim, bu öykü ulusal bir edebiyat dergisinde yayımlanacak, hatta ödül alabilecek kalitede ama başlığı yanlış. Taburcu adlı öykü adı olmaz, ben okumam bunu, der ve elindeki A4 kâğıdını kenara fırlatır atar.
Hocasının tavrı karşısında çok şaşıran ve üzülen İbrahim, sonraları bu olayı yazarlık atölyelerinde gülümseyerek şöyle anlatacaktır: O anda kaynar sular başımdan aşağıya döküldü. Çok üzüldüm. Üzüntülü İbrahim, şaşkınlıkla neden hocam? Diye soracaktır, ürkek sesle. Altmışını çoktan geçmiş, saçını sakalını yazarlıkta ağartmış hocası, cevap verecektir: Bir öykünün başlığı insanın içini açmalı, İbrahim. Bir yazının en önemli yeri, belki yüzde kırkı, başlığıdır acizane benim tecrübeme göre. Şimdi senin bu öykünde, kanserli bir hasta var değil mi? Evet, diye cevap verir İbrahim Gürel. Hocası devam eder: Hastaneye yatıyor sonra. Durumu çok kritik. Sonra mucizevi bir ameliyat, bir ilaç, bir doktor. Yavaş yavaş düzeliyor ve taburcu oluyor, değil mi? İbrahim, evet ama nereden biliyorsunuz hocam? Diye sorar. Başlığından, diye cevap verir hocası. Ve ekler: Bak İbrahim, oğluma adını verdiğimkardeşim on altı yaşında kan kanserinden vefat etti. Aylarca hastanelerde perişan olduk. Kız kardeşim on sekizinde makinaya düştü, dizinin altından bacağı koptu, kendi ellerimde altı ameliyata soktum. Babam iki, annem bir kere ameliyat oldu. İbrahimmm, benim yarı ömrümhastanelerde geçti. Ben ‘Taburcu’ başlıklı bir öyküyü okuyabilir miyim, içimin acısından. Anladın mı şimdi ‘ben bu öyküyü okumam’ deme nedeni mi? Ne olur bu kaliteli yazına, güzel bir isim bul. İbrahim bir kere daha şaşkındır.
Bu hikâyenin sonu ne mi olur? İbrahim, eserine Güz Bakışı adını verir ve o güzel öykü, ki İbrahim’in ulusalda yayımlanan ilk eseridir, birkaç ay sonra Yedi İklim’de yayımlanır. Arkası da gelir, yeni dergiler, yeni öyküler, yeni yayımlanmalarla.
Bir Sihırbaz değil elbette İbrahim. Sitemkâr da değil kimseye. Nereden Bileceksiniz siz İbrahim’in Deliliğe Tevbe etmiş biri olduğunu, Şeker Gibi Bir Teklif alınca, Yağmur Öncesi, artık Gülsün Talih’im benim de diyerek, kalbinde bir yığın Ukde, içindeki Bir Güzel Adam’ın peşine düşüp elinde Kabahat Sende Çiçeği, sevdikleriyle günbegün muhabbet ettiğini, içtikleri Kahve Bahane.
İtalik yazdıklarım, bizim İbrahim Gürel’in 2025 Ağustos’unda Çıra Yayınları’ndan Şakir Kurtulmuş dostumun editörlüğünde çıkan, üçüncü öykü kitabı Bir Gün Elbet’teki öykü isimlerinden bazıları. Tebrikler İbrahim. Teşekkürler Şakir. Var olasın Çıra.
Biliyordum, tanıdığım gün anlamıştım. Bu İbrahim Gürel, Bir Gün Elbet, iyi bir öykü yazarı olacaktı. Adımın Fahri olduğu kadar, emindim bundan.
Oldu da. Nice güzel öykülere İbrahimciğim. Ve kitaplara.





Kaynak: YENİ SAKARYA GAZETESİ