ZİHNİ PARÇALANMIŞ NESLİN İNŞASI: SEKÜLER FORMAT – İRFAN YAMASI VE İSLAMÎ BİR TAHLİL
Bu topraklarda yaklaşık bir asırdır sürdürülen eğitim politikalarının ortaya çıkardığı sosyolojik tablo, artık bireysel bir duygu durumun değil, kolektif bir kırılmanın resmidir. Modernleşme adı altında yürütülen seküler mühendislik, toplumun zihnine pozitivist bir yazılım yüklerken; aynı toplumun kalbine kültürel refleks olarak Anadolu irfanını, tasavvufi duyarlılığı ve dinî geleneği yamamaya devam etti. Böylece ortaya aklı bir yöne, kalbi başka bir yöne çalışan, kimlik parçalanması yaşayan, varlık bütünlüğü bozulmuş bir insan tipi çıktı.
Bugün yaşanan kültürel, ahlaki ve teolojik sorunların kökünde tam da bu çift başlı formatlama yatmaktadır. Eğitim sisteminin felsefi zemini İslamî değil; toplumun aidiyet duygusu ise İslamîdir. Aklın terbiyesi seküler; kalbin eğitimi dinîdir. Bu çelişki, milyonlarca insanın iç dünyasında bir çatlak oluşturmuş; bu çatlak zamanla şizofrenik bir toplumsal bölünmeye dönüşmüştür.
Eğitimle Gelen Ontolojik Yarılma
İslam düşüncesinde insan, akıl ve kalp bütünlüğüyle bir varlıktır. Kur’ân’ın “onların kalpleri vardır ama kavrama gücüyle kullanmazlar” hitabı, insanı sadece bilgi edinen bir organizmaya değil, bilgiyi hikmete dönüştüren bir bilinç varlığına konumlandırır.
Ne var ki modern Türkiye’nin eğitim sistemi: Aklı seküler bir dünyanın niceliksel gerçekliğine bağlamış, kalbi ise kültürel bir miras olarak dinî ritüellere hapsetmiştir.
Bu durum, akıl – kalp ayrışması doğurmuş; mensubiyetle yaşam tarzı arasındaki uçurum derinleşmiştir. Müfredatın verdiği formasyon Müslüman kimliği taşımazken, toplumun tarihsel hafızası Müslüman kalmaya devam etmiştir. Böylece insanın zihni laik dünyanın kavramlarıyla, kalbi İslam medeniyetinin izleriyle işlemeye başlamış; ortaya kimliksiz, yönsüz, pusulası şaşmış bir insan çıkmıştır.
Bu ikilik öyle bir noktaya gelmiştir ki, kişi kıble olarak Mekke’yi bilirken, yönünü Wall Street’in değerleriyle tayin etmektedir.
Din – Yaşam Tutarsızlığının Ürettiği Ahlaki Çürüme
Kur’ân’ın en sert uyarılarından biri şudur: “Niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz?” (Saff 2)
Bu ayet, bu topraklarda yaşanan ahlaki tutarsızlığın fotoğrafıdır. Dilinde Allah olan ama hayatında şeytanî davranışları normalleştirmiş geniş bir kitle oluşmuştur. Bunun sebebi bireylerin kötü niyeti değil; sistematik şekilde üretilmiş bir çarpıklıktır.
Çünkü bu toplum: Dinin özünü ahlak değil, etiket olarak öğrendi.
İbadetin ruhunu ihlâs değil, ritüel olarak gördü.
Modernliği gösteriş, tüketim ve şatafat üzerinden okudu.
Zenginliği görgüyle değil, güç gösterisiyle ilişkilendirdi.
Nesiller, eğitim sisteminin verdiği seküler dünya algısını içselleştirirken; aile, mahalle ve kültür ortamı onlara dinî söylemler aktardı. Bu çelişki, kişiyi ya sahte dindarlığa ya da köksüz bir sekülerliğe itti. Her iki durumda da kişinin varlık bütünlüğü bozuldu.
Bugün yaygınlaşan “Ağzı Allah diyor ama davranışı şeytanî” çelişkisi, bireyin değil, sistemin üretimidir.
Seküler Formatlı Müslümanlık: Modern Çağın Ontolojik Krizi
Ortaya çıkan insan tipi şudur:
İbadet dili Müslüman, yaşam pratikleri seküler,
Değerleri manevi, hedefleri tamamen dünyevi,
Kıblesi Kâbe, ama pusulası kapitaldir,
Ruhu Anadolu irfanından izler taşır, fakat aklı pozitivist kazıma altındadır.
Bu durum, kelimenin psikiyatrik anlamıyla değil; sosyolojik ve kültürel anlamıyla şizofrenik bir varlık bölünmesidir. Aynı bedende iki ayrı medeniyet sürekli kavga halindedir. Bu yüzden kişi ne tam Müslüman gibi yaşar, ne tam seküler gibi; sürekli bir ara form içinde var olur.
Türkiye’de “modernleşme pırojesi”nin en belirgin çıktısı budur: Zenginleşen fakat soylulaşamayan, dindarlığı içselleştiremeyen, sekülerliği ise tamamlayamayan ara bir insan modeli.
Gösteriş Dindarlığı ve Lüksün Teolojik Açmazı
İslam, gösterişi (riya) Allah’ın affetmeyeceğini bildirdiği en ağır günahlardan sayar. Müslüman toplumların tarihi tevazu, kanaat, adalet ve kul hakkı duyarlılığı üzerine kuruludur. Ne var ki bugün dindarlığın vitrine taşındığı, lüksün ibadetle yan yana getirildiği, dinin tüketildiği bir kültürel dönüşüme tanıklık ediyoruz.
VIP umre turları, altın varaklı semboller, gösterişli ibadet alanları, sosyal medya dindarlığı… Bunlar dinin derinliğinden değil, kimlik arayışının yarattığı aşağılık kompleksinden beslenir.
Bu gösteriş, İslam kültürünün değil; içi boş modern muhafazakârlığın ürünüdür.
Dinî Tutarsızlığın Gençlerde Ürettiği Kırılma
Gençler bugün dinî söylemlerle pratik hayat arasındaki uçurumu görüyor ve bunun sonucunda dinden değil; dindarlığın yozlaşmış temsilinden uzaklaşıyor. Bu kopuş inançsızlıktan değil, tutarsızlığa karşı ahlaki bir refleks olarak ortaya çıkmaktadır.
Gençler haklı bir soru soruyor: “Bu kadar çelişkinin olduğu bir yerde din nasıl sahici bir rehber olsun?”
Bu soru, modern Türkiye’nin en sert yüzleşmesidir.
Sonuç: Çıkış Yolu Nedir?
Bu ülkenin yaşadığı kriz ekonomik değildir. Bu kriz ontolojik, pedagojik ve ahlaki bir krizdir.
Çözüm; aklı seküler, kalbi Müslüman yetiştiren çift yönlü formatlama politikasını terk etmektir. Toplumu yeniden inşa edecek olan şey, kendi ruh köklerimizle uyumlu bir maarif davasıdır.
Bu dava: Eğitimi kimliksizleştiren pozitivist seküler paradigmayı terk etmeli,
Dinî eğitimi ritüel olmaktan çıkarıp ahlak ve hikmet merkezine çekmeli,
İnsanı akıl – kalp bütünlüğünde yeniden inşa etmeli,
Modernliği tüketimle değil, erdemle ilişkilendirmelidir.
Aksi halde, bu topraklar: Zenginleşen ama soylulaşamayan,
Müslüman olduğunu söyleyip şeytanî pratiklerle yaşayan,
Kıblesi Mekke olan ama pusulası şeytani yöne bakan,
İçinde yaşadığı çağla da, inandığı değerlerle de barışamayan
bir insan tipine mahkûm kalmaya devam edecektir.
Yapılması gereken temel şey şudur: İnsanı yeniden kurmak.
Eğitimi yeniden kurmak.
Ahlakı yeniden kurmak.
Kimliği yeniden bütünlemek.
Aksi takdirde, bu ülkenin üreteceği insan tipi, “Bir eli Allah’a, bir eli şeytana uzanan” parçalanmış şizofrenik bir bilinçten ibaret kalacaktır. (G. Dihkan paylaşımından alıntı)
Kaynak: YENİ SAKARYA GAZETESİ