Son yıllarda toplumun diline yerleşen ortak bir yakınma var: “Çok çalışıyoruz ama emeğimizin karşılığını alamıyoruz.” Bu cümlenin içine gizlenen yorgunluk, sadece ekonomik sıkıntının değil; aynı zamanda insanın ruh hâlinin, güven duygusunun ve toplumsal ahlakın derin yaralarının işaretidir.
Her geçen yıl alım gücünün azalması, temel ihtiyaçların temini, insanları daha önce hissetmediği bir geçim kaygısına sürüklüyor. Tabi bu arada şunu da ifade etmek lazım ki; dün lüks olan ihtiyaçlar yakın geçmişimizdeki refah seviyemizin yükselmesi ile ihtiyaç haline dönüştü.
Bir zamanlar geleceğe umutla bakan insanlar bugün ay sonunu getirmeyi düşünüyor. Ekonomik tablo bu kadar ağırlaşınca ister istemez zihnimizin ayarları da bozuluyor; daha fazla dünyaya bağlanıyor, kendimizi sadece geçimin ağırlığına sıkıştırıyoruz.
Bu ağır kaygı, ne yazık ki helal-haram çizgisini de bulanıklaştırmaya başladı. Bir dönem insanlar kazançlarının helal olması için büyük bir titizlik gösterir, gerekirse az kazanır ama doğru kazanırdı. Bugün ise aynı duyarlılığı her yerde göremiyoruz. “Nasıl olursa olsun” mantığı, dünyevileşen bir zihniyetle birleşince, insanları karşısındakini aldatmaya, ölçüyü kaçırmaya ve helali arka plana itmeyi normalleştirmeye itti.
Bunun doğal sonucu da güven erozyonu oldu. Artık insanlar birbirleriyle konuşurken bile “Acaba beni kandırır mı?” endişesi taşıyor. Oysa güven olmadan toplum ayakta kalamaz. Komşuluk, ticaret, iş ilişkileri, hatta aile içi dengeler bile bu görünmez bağla korunur.
Bu süreci derinleştiren bir diğer mesele de hızla yayılan “kısa yoldan zengin olma” arzusu. Sosyal medya üzerinden pompalanan kolay para hayalleri, gençleri üretimden uzaklaştırırken; bahis, kumar ve tehlikeli dijital tuzaklar, emeğin değerini törpülüyor. Bir anda köşeyi dönme fikri, alın teriyle kazanılan rızkın yerini almaya başlıyor.
Tüm bu tablo bizlere acı ama net bir şeyi gösteriyor; Tevekkül azalıyor, güven çözülüyor, helal emek geri çekiliyor. Bu döngü kırılmadığı müddetçe toplum ekonomik olarak da manevi olarak da yıpranmaya devam edecek.
O yüzden belki de bugünlerde en çok hatırlamamız gereken şey şu:
Helal emek sadece bir kazanç biçimi değildir; bir toplumun ahlaki omurgasıdır. O omurga eğilirse, hiçbir bina ayakta kalmaz.
Sabırla çalışmanın, alın terinin ve iş ahlakının yerini kısa yoldan köşeyi dönme hırsı aldığında toplumun üretim gücü de kaçınılmaz olarak zayıflar. Herkes tüketmeye odaklanırken, üretimin değeri ve itibarı gölgede kalır. Ülkeyi ayakta tutan şey; emek, liyakat ve helal kazanç kültürüdür. Sabırla çalışmanın, alın terinin ve helal kazancın unutulduğu bir toplumda ne huzur kalır ne de bereket. Kısa yollar cazip görünür; fakat her kısa yolun ardında uzun bir pişmanlık gizlidir.
Belki de bugünlerde unuttuğumuz bir hakikat var; rızkı veren Allah’tır. Ekonomik şartların ağırlığı geçicidir ama helal emeğin terk edilmesi toplumsal çöküşe yol açar.
Bu yüzden belki de yeniden kendimize şu soruyu sormalıyız. Kazancımızın miktarı mı bize huzur verir, yoksa kazancın helalliği mi?
Unutmayalım ki helal emek sadece bir geçim yolu değil; bir duruş, bir vicdan ve bir toplumsal sözleşmedir. O sözleşmeye sahip çıktığımız sürece hem güven yeniden inşa edilir hem de bereket kapılarının açıldığını görürüz.
Helal emek hem niyetin hem kalbin en temiz aynasıdır. O ayna kirlenirse toplumun yüzü de kararır. Bu yüzden helal kazanç kültürünü korumak sadece ekonomik bir mesele değil; manevi bir sorumluluktur.
KAYNAK: YENİ SAKARYA GAZETESİ