Portre / Fahri Tuna

Yandi Kumonova Tutuşti Preşova Adabazar içinda Faxri Beg hovarda (Prizren türküsü)

Prizren gündemime bu türkü ile girdi, 2006 baharında. Abdülmecit Nurettin liderliğinde bir haftalığına Türkiye’ye gelen, Sakarya, Bolu, Ankara, Eskişehir ve Bilecik’te, yöresel giysileri içinde Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar / Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler türküsüyle bihakkın Türk kınası gösterisi yapan Makedonya Genç Yıldızlar Topluluğu, eşim ve kızımın da dahil olduğu kafileyle, bir yandan yukarıdaki Balkan türküsünü söylüyor, alkışlar arasında da topluca yüzüme bakıyorlardı. Tabii ki benim yüzümün kıpkırmızı oluşu karşısında da kahkahalar atarak. Nasıl utanmayayım ki, herkesin içinde, üstelik eşimin ve kızımın yanında bana hovarda diyorlardı. Sonra sonra öğrendik, Prizren Türkçesinde hovarda, Türkiye’deki gibi elalemin karısında kızında gözü olan erkek demek değilmiş, yediren içiren, cömert, delikanlı âbi demekmiş. O nedenle bana Faxri Beg hovarda diyorlarmış meğer. Aldık kabul ettik, çaresiz. İftiharla bu iltifatı.

Biraz trajikomik de olsa, işte o gün orada öğrendim, Prizren diye bir şehir var ve kendine özgü bir de Türkçesi var. Ne güzel.

Ben bir Sakarya çocuğuyum. Atalarımız Maraş’tan Bilecik’e, Bilecik’ten de Adapazarı’na yerleşmiş, Karakeçili yörüğü. Biz çocukluğumuzda bilmezdik Urumeli neresidir. Uzun kulaktan duymuşluğumuz vardı, o kadar. Kafdağı’nın ardından bir yerlerde olmalıydı.

Ta ki Prof. Dr. Mustafa İsen, 2001’de Uluslararası Sapanca Şiir Akşamları’nı kurana, 2002’de düzenleme kurulundan Sapanca Kaymakamı Hasan Duruer ve belediye başkanı İbrahim Uslu ile beni Struga Şiir Akşamları’na gönderene kadar. Gümülcine, Selanik, Manastır, Ohri, Struga, Gostivar, Kalkandelen, Üsküp. Aman Allah’ım; buram buram Türk’tü Urumeli hâlâ. Türkçeydi. Müslüman’dı. Otuz beş sene öncesine gitmiş, çocukluğumda kaybolmuştum adeta.

Artık göz ucuyla, bütün Balkanları 636 sene önce Türkçeleştiren Sultan Murat Hüdavendigar’a minnet ziyaretimi, yiğitleri cömertleri türküleriyle meşhur Prizren’i takip etmeye, ilk fırsatta da seyahat etmeye fırsat kollamaya başladım. Gönülden isteneni üç vakte kadar nasip ediyor Gocuman Irabbim. Üç ay sonra bir otobüslük bir grup bana bize Urumeli’yi gezdir demesin mi. Körün istediği bir göz, Allah vermiş iki göz. Memnuniyetle, dedim. Adapazarı, İstanbul, Edirne, Filibe, Sofya, Üsküp, Priştina, Sultan Murat Türbesi ve işte güzeller güzeli Prizren. Kavuşmuştuk iki sevgili gibi.

Evet; 2006 Ağustosunda kafilemle beraber Prizren Şadırvan’ında içtiğim tadına doyumsuz Şar Dağı suyunun lezzetini, Akdere’nin gönüldaşı ve derttaşı Taşköprü’yü, huzurun beşiği Sinan Paşa Camii’ni, Doğruyol Derneği’nde 30 Ağustos’a hazırlanan ilkokul kuşağındaki Türk çocukları cansiperane marşları okurken hüngür hüngür ağlayışımızı, taam eylediğimiz nefis çüfte ve harika tulumbaları, demirci ustası Feta Adem’in bizi görünce tekrarladığı merhum dedesinin vasiyeti İstanbul baş, Prizren kuyruk, sakın unutmayın, sözünü, nasıl unutabilirim. Elbette teççeyi, kaleyi, Maraş Camii’ni ve çınarı, Yedi Kızlar Çeşmesini,Fatih’ten miras Sahra Mescidi’ni de. Tekkenin şeyhi Abidin Şehu kardeşim, güzel Türkçesini, bunu nasıl başardığını sorduğumda, çocukluğumda Kemal Sunal filmlerini çok seyrederek şeklindeki cevabını da.)

O gün bugün Prizrenliyim ben. Prizren benim de şehrim. Prizren egri büğrü yollari benim de yolum.

Menta’dan kaleye çıkarken sağda köşede Saccaria Kıraathaesi kıraathanesi var. Onun yanındaki iki katlı ahşap ev var, benim gibi beli biraz bükülmüş, benim saçlarım gibi cephe boyası biraz ağarmış. Varın beni de işte o evden sayın. Altın kalpli öğretmenler Şükran Celina’nın kardeşi, Seza Celina’nın kayınbiraderi sayın. Annemi de Mamuşa’dan HoşsevenNihat’ın ablası, Nafiz’in halası sayın.

(Şadırvan’dan su içen Prizren’e yedi kere daha gelirmiş. Ben geçen yirmi üç yılda, yirmi üç kere daha geldim. Dördüncü turu tamamlamak üzereyim.)

Prizren Kalesi’ne çıkıp da Akdere’nin sağına ve salına serpiştirilmiş olan ve her geleni, burası Müslüman’dır, burası Türk’tür. Buranın dili ve kalbi Türkçedir, öyle bilesin, diye selamlayan ve her gelişimde beni annemin şefkatli elleri gibi kucaklayıp bağrına basan, otuz üç caminin minaresini nasıl unutabilirim.

Âh benim sokakları, sofraları, gönülleri gül kokulu Prizren’im. Gül yani Türkçe. Türküce. Türkçem.

Cece, cündüz Türkçe. Bilmece bilmece, bulmaca bulmaca, mani mani, masal masal, türkü türkü Türkçe. İstanbul’un fethinden çok daha önce mayalanan sahih mi sahih, duru mu duru, arı mı arı, tertemiz, helâlinden bir Türkçe.

Her şehrin adı söylendiğinde beraberinde çağrıştırdığı bazı kavramlar vardır. Zihinlerde ve kalplerde onlarla mukim, onlarla neşvünema, onlarla hayat bulmuştur. Priştina bürokrasi ve türbedir mesela. Eskişehir Yunus ve tasavvuf. Edirne Selimiye ve şifa, Ankara Hacı Bayram Veli ve huzurdur elbette.

Ya Prizren, Prizren nedir iki kelime, iki çağrışım, iki kavramla? Hiç düşünmeden söylemeliyiz: Suzi Çelebi ve Türkçe. Yani şiir, yani mısra, yani dize, yani dil, yani kalp, yani his, yani dille kalbin buluşması olan şiir. Zira Prizren Divan edebiyatımıza 22 (yazıyla yirmi iki) şair armağan etmiş, Osmanlı coğrafyasındaki (bugün o toprakların üzerinde 46 ülke ve 328 şehir var) açık ara birincidir.

Bir incidir Prizren. Şeksiz şüphesiz, bihakkın öyle. Türkçenin şehri Prizren. Türkçenin kalesi Prizren. Türkçenin kaynağı, pınarı, çeşmesi Prizren.

Evet; Prizren Türkçedir, Türkçem’dir. Türkçem’izdir.

Gün yirmi dört saat. Ay otuz gün. Çarpın yirmi beş seneyle. Üç yüz mü yapıyor. Üç yüz koca ay. Üç yüz koca sayı. Neredeyse bir ömür.

On beş sene dergicilik ettiğimden, iyi bilirim. Dünyanın en zor işlerinin başında gelir dergicilik. Ve dünyanın en zevkli işlerinden de biridir.

250. Sayısında da yazmak nasip olmuştu, Türkçem’in. İftihar ederim. Hani, 2021 Ekim’indebenim de şu cihana gelişim, ana dilim Türkçem’den ötürü vecizesiyle yayımlanan, çok özel ve çok güzel sayı.

Maraş Camii’nden aşağıya usul usul akan Akdere gibi, gönüllere bereket saçmaya devam etti, o gün bugün Türkçem Dergisi.

Prizren’de Türkçem, Üsküp’te Köprü gibi dergilerin her birisi Türkçenin çağdaş birer kaleleri, birer sancağı hükmündedir. Yayımlayanlar da edebiyatın valileri.

Yüz on üç yıldır resmen olmadığımız bir coğrafyada, misafirlikte unutulmuş çocuklar hüznündeki Urumeli’nde, diğer yarımızda, Kosova’da bu kutlu Türkçeyi; şiiri, öyküsü, romanı, denemesi, biyografisi, portresi, çocuk edebiyatı, masalı, bilmecesiyle 300 aydır, 300 sayıdır yaşatan kutlu yüreklere binlerce teşekkürler.

Hele de Zeynel Beksaç’a. Nam-ı diğer Zeynel Paşa’mıza ne kadar teşekkür etsek azdır. 300kez teşekkür. 300 kez takdir. 300 kez minnet duygularımızı arz ediyoruz. Zeynel Paşa öncülüğünde Türkçem’e emeği geçen, yaşatan, yazan, katkı sunan bütün Türkçe yüreklere.

Küçük dev adam, büyük şiir yürek Taner Güçlütürk’e de çok teşekkür ediyoruz, Türkçem’eomuz verdiği için, daima. Başta genç yetenek Canan Özer olmak üzere, Türkçem’e gönlünü, şiirlerini, yazılarını açan, Zeynel Aga’mızdan sonra da dergiyi yaşatmaya azmetmiş, yemin etmiş genç Prizrenlilere de buradan - daha şimdiden - çok çok teşekkür ediyoruz.

Türkçem sizinle, sizince, sizce yaşayacak, unutmayın! Siz yoksanız, Prizren’de Türkçem de Türkçe de Türk de kalmayacak; aklınızdan çıkartmayın siz bunu hiç.

Türkçem’i 300. Sayısında en Türkçe bir kalple selamlıyorum. Kaptan-ı Türkçem Zeynel Paşa ve ona destek veren kalpleri, en Türkçe duygularımla selamlıyorum.

Selâm olsun Türkçem’e, Türkçem’i yaşayan ve yaşatanlara. Selâm olsun Prizren’e.

Türk Dünyası size minnettardır.

Ve bütün Türkçe yüreklere.

KAYNAK: YENİ SAKARYA GAZETESİ