Söyleşi: Fahri Tuna

Ben Mükremin Memiş. 1961 Adapazarı Ozanlar doğumluyum. Fevzi Hoca’nın (Yıldırım) sokağı, Laz Bakkal’ın sokağı, gazoz kapaklı evde doğmuşum.

Babam Marangoz Mehmet Memiş. Aslen Gümürt’ten. Yani Örenpe’den. 1970’te Eski Kandıra Caddesi’ndeki evimize geçtik.

Babam evimizin altında marangozluk yapardı. O nedenle mahallede hemen herkes babamı Marangoz Mehmet diye bilir. Ben çocukken babam tanesi yirmi beş kuruşa tornada iskelet ayağı çektirirdi. Böylece babamın yanında hem zanaat hem de ticarete başlamış oldum.

TİCARETE BABAMIN YANINDA BAŞLADIM. HARÇLIĞIMI ÇALIŞIRSAM ALIYORDUM

Dakikada bir tane iskelet ayağı çekiyordum. Hafta sonu babam soruyordu:

- Kaç tane çektin Mükremin? Sayıyorum. - 100 tane baba. Yirmi beş kuruştan yirmi beş lira. Anında veriyordu. Hafta sonu harçlık küt cepte. Anında veriyordu. O hafta sonu benim için şenlik…

Ertesi hafta, yine aynı soru: -Kaç tane çektin Mükremin? - Hiç. Gezinnn. Para yok. Çalış, kazan. Çek ayağı, parayı düşünme.

Baktım ki çalışmadan para yok. Çalışınca paran oluyor. İşi ciddiye almaya başladım. Harçlığım da olmaya başladı. Ticarete böyle başladım.

YEDİ SENE ADAPAZARI İMAM HATİP’TE OKUDUM. YAZ TATİLLERİNDE ÖZİŞ TİCARET’TE NALBURİYE İŞİNİ ÖĞRENDİM

Babam inançlı bir insan olayım diye beni İmam Hatip Lisesine gönderdi. Ortaokul, lise. Yıllarca İmam Hatip’e devam ettik. Numan Yazıcı, Mustafa Karabulut, Fenci Aslanım Halil. Gülşen Sarıöz. Bu isimler zihnimde iz bırakmış öğretmenlerim.

Yedi yıl boyunca bütün yaz tatillerinde Öziş Nalburiye yani Öziş Ticaret / Zihni Öziş’te çalıştım. İşi orada öğrendim.

ÇOCUKLUK ARKADAŞLARIM: BURKO, TURKO, KESİK, MUSA

Çocukluğumdaki ilk arkadaşlarım, Burko (rahmetli Burhan Tezbaş), Turko (Turhan Tezbaş), Kesik (Fahrettin Yıldırım), Musa (Vural), Arnavut Erdoğan (Ür), Orhan Kürem (rahmetli), Çarkçı Mustafa (Özdemir), Gebeş Ömer (Gebeşoğlu), Ahmet Emül, Cavit Biçicioğlu’dur.

Cavitlerin evden Çarkçıların evine… kale direğinin biri ev (tahta), biri elektrik direği. Acayip futbol oynardık. Yukarıda saydığım isimlerle. Kıran kırana. İddialı. O günleri ne çok özlüyorum.

En iyi oyuncu kimdi diye sorulursa, mütevazılık yapamayacağım; en iyi bendim. Burko (Burhan) ile Musa da iyi oyunculardı.

KAR YAĞDIĞINDA CADDEDE KIZAK YAPAR, CAMİYE GİDEN AMCALARI DÜŞÜRÜRDÜK

Biz maalesef çok haylaz bir arkadaş grubuyduk. Eskiden, çocukluğumuzda çok kar yağardı. Bir hafta, on gün dururdu kar. Biz de kızak yapar kayardık. Muziplik olsun, camiye gidenlerin yoluna yapardık kızağı. Amcalar düşsün, gülelim diye. Bıçakcı Rauf (Emül) Abinin yan tarafındaki çeşmenin önüne yola kızak yapar, sonra camiye giden amcaların düşmesini beklerdik. Yaramazlık işte.

Saklanır, düşmelerini görmek için köşeden bakardık. Düştüklerinde de güler ama hemen koşar kaldırırdık. Çocukluk eğlencesiydi bizim için. Haklarını helal etsinler.

Bir de onlara kar topu atardık. Bir gün Kandıra Caddesinden geçen birine bizim Burko (Burhan Tezbaş) kar topu attı. Nereden bilecek, adam yabancıymış. Kartopu kulağına geldi. Adam çok kızdı. Alayımız tüydük. Ama Burko kimin attığını bilmez diye tüymedi. Adam da Burhan’ın attığını görmüş. Burko rahmetli, çok temiz bir dayak yedi. Kurnaz ya. Kaçmadı, dayağı yedi. Boşuna dememiş büyüklerimiz, kaçanın anası ağlamamış, diye. Doğruymuş bu söz.

KORUCU HALİM AGA, ERİK ÇALAN BİZE TEK KIRMAYI BİR PATLATTI, ÖDÜMÜZ KOPTU

İtiraf etmeliyim ki çok haylaz çocuklardık. Mahallenin korucusu Halim Aga’ydı. Şimdi Çevre Yolunun olduğu yer (Rıdvan Baba işyerinin olduğu) Birinci Kuyu olarak bilinirdi o zamanlarda. İkinci kuyu ise Ozanlar Mezarlığından sonraydı.

Biz sekiz on kişilik haylaz grup, on beş yaşlarında filan ancak varız; erik toplamaya giderdik. Korucu Halim Aga, bahçelere tarlalara ekili yerlere zarar veriyoruz demek ki, adam bizi kovalardı.

Bir gün yine Birinci Kuyu’dan Karakamış’a (Şimdiki Can Düğün Salonuna doğru) yol kıyısındaki eriklere dadanmıştık. Çocukluk işte, alıp alıp yiyoruz. Mayıs ayındaki o erikler de çok lezzetli olurdu.

Korucu Halim Aga bizi gördü, uyardı, gidin çocuklar, dedi. O bizi, sevdiğinden uyarır, kötü bir şey söylemezdi. Ama biz he he der yapacağımızdan da vaz geçmezdik. O atla koruculuk yapar, mahallede arazileri korurdu.

O gün tek kırmayı bize çevirip dravvv diye bir patlattı. Mesafe aramızda yüz metreden fazladır. Ayaklarıma geldi saçmalar. Çok korktuk, hızla dağıldık.

Kaçarken bir de baktık ayaklarımıza değen şeylere. Nohut. Rahmetli Halim Aga biz çocukları korkutmak için nohuttan kuru sıkı yapmış. Allah rahmet eylesin. Onu da çok uğraştırmıştık.

NİYAZİ AMCA, NECATİ AMCA, BIÇAKÇI RAUF ABİ, FAİK AMCA, ÜNAL OZAN, HAFIZ MEHMET, MARANGOZ AHMET AMCA

Çocukluğumuzda Ozanlar’da saygı duyulan büyüklerimiz Çerçeveci Hafız Mehmet (Seçkin), Marangoz Ahmet Karagöz, Esnaf Kefalet Kooperatifi Başkanı Faik Kürem, Belediye Başkanı Ünal Ozan’dı. Ünal Abi’nin kahvehanedeki oyun arkadaşları Kulaksız Saim (Danış), Gökçen (Altıntaş) Abi, Arnavut Erol (Ür), Otobüs Necdet (Ferli), Kuşçu Bedri Abiydi. Bunlar da hep sevilen büyüklerimizdi.

Niyazi Amca vardı. Otobüs Necdet’in babası. Yetmiş beş yaşlarında filan. Yine eski muhtarlardan Bakkal Necati Pehlivanoğlu. Bıçakcı Rauf Abi (Emül), Köylü Mustafa’nın babası İbrahim Abi. Bunlar çok sevdiğimiz saydığımız büyüklerimizdi. Camiye giderken kızakta düşürdüğümüz amcalardı aynı zamanda. Az günahımız yok bizim. Çocukluk işte.

İBRAHİM ALKAN AMCA’NIN BANA GELDİĞİN YERİ UNUTMA NASİHATİNİ ELLİ SENEDİR UNUTMADIM

Pullukçu İbrahim Alkan Amca, örnek aldığım bir büyüğümdü. On beş yaşında var yoktum. Bana bir nasihati var ki ömür boyu unutmadım. Hep anlatırım: İnsan çalışır didinir kazanır, işlerini büyütür ama dönüp arkasına baktığında nereden geldiğini hiç unutmayacak, demişti. Elli senedir bu nasihati hayatımda hep uygularım. Çocuklara da nasihat olarak anlatırım.

Yine mahallemizin büyüklerinden Nahit Pehlivanoğlu da çok sevdiğim, örnek aldığım tüccarlardan biriydi. Ben Karaağaçdibi’ne geçince komşuluk da yaptık. Ziyaret ettiğim bir büyüğümdü.

OZANSPOR ORTA SAHASINDA YILLARCA FUTBOL OYNADIM

Bir yandan liseye giderken bir yandan da Ozanspor’da futbol oynuyordum. İyi bir orta saha oyuncusuydum. Genç Takımında da büyük takımda da abilerle oynadım. Küçük yaşta beni A takıma almışlardı çünkü.

Kalede Suat oynuyordu. Kabukçu da. En son Bombili Cavit.

Sağ bek Sezai Abi, Kesik Fahrettin. Solbek Çolak Orhan. Defansta Canavar Orhan. Mevlam Refik. Keçi Engin (Algan) da çok oynadı libero.

Orta Saha Sabahattin Çakır, ben, Şalvar Hasan.

Santrafor Musa oynuyordu, benim zamanımda. Solda Laz Ömer. Sezai Abi sağaçık da oynardı. Croyf Fahrettin de bazen defansta bazen ileride oynardı. Çok yedek kaldı. Nerede açık varsa orada koyardı Çakır onu.

AKADEMİNİN BEKÇİSİ MEHMET AGA TABANCAYI ÇEKİNCE CANIMIZI ZOR KURTARDIK

Ne hikmetse bizi, yani mahallenin gençlerini Mühendislik Akademisi sahasında oynatmazlardı. Mühendislik Akademisi dediysem, bugünkü Ozanlar Anadolu Lisesi sahası. Çocukluğumuzda ve gençliğimizde orası Sakarya Mühendislik Fakültesi’ydi. Mahallemizden Hüsnü Gürpınar Abi, Fahri Tuna Abi ve Lokman Kürem Abi de öğrenciydi orada.

Biz de başta bayram günleri ikindi sonrası, mahalleden yirmi-yirmi beş kişi, yaşları 18-30 arası Ozanlar mahalleliler futbol oynamak istiyoruz. Her bayram kriz. İzin yok.

Bekçi Mehmet Aga vardı. İyi insandı ama ona da talimat verilmiş, gidin izin alın gelin sokayım sizi sahaya, diyordu. Kabukçu’nun, Fahri Abinin (Tuna) taksiyle Karakamış’a gidip Akademi Sekreteri Naim Çelikel’den izin aldıklarını, öyle oynadığımızı hatırlıyorum.

Yine bir bayram günü, sekiz on genç maç yapmak için Akademi bahçesine gittik, Bekçi Mehmet Aga’ya yalvarıyoruz, bırak da oynayalım diye, adam Nuh diyor, Peygamber demiyor. Iııh ıhh. Yalvarıyoruz yok. Bizim Croyf Fahrettin, gömleğinin cebinden kâğıt beş lirayı (tahminen bugün elli lira değerindedir) Bekçi Mehmet Aga’ya gösterip, adeta rüşvet teklif edince, Mehmet Aga bir kızdı. Tabancayı çekti Fahrettin’e.

- Ulan p…, sen bana görev başında rüşvet mi teklif ediyorsun. Memura görev başına rüşvet teklif etmenin altı aydan başladığını bilmiyor musun? diye bağırdı.

Tabancıyı görünce hepimiz fırladık, doğru Hamit’in kahvehaneye. Canımızı zor kurtardık.

OZANLAR BENİM İÇİN, KISA PANTOLONLU ÇOCUKLUĞUM DEMEK

Bana söyle bir soru sorulsa: Ozanlar senin için ne demektir? diye. Hiç düşünmeden, kısa pantolonlu çocukluğum demektir, derim. Hep de böyle dedim zaten senelerce.

Ozanlar üzerine çok şey söylenebilir. Onlarca, yüzlerce. Hepsi de doğrudur. Yaşımız altmışları geçti artık.

Ozanlar dendiğinde nedense ben hep çocukluğumu hatırlıyorum. Kısa pantolonlu hallerimizi. Ve çocukluğumun Ramazan akşamlarını. Bayram sabahlarındaki çocukçu sevinçlerimizi.

Annemin Attırmalı Yumurtalarını özledik. Yokluktan yumurtaya su katarak pişirirdi. Ekmek banalım diye. Buna Attırmalı Yumurta derdik. Dartılı ekmeği, kırmızı biberli ekmeğin lezzetini özlüyorum. Sacta pişirilen gözlemeleri cizlemeleri de çok özledim.

Şu anda yaşım 64… Ekonomik ve sosyal hayat hepimizi başka bölgelere yerleşmeye mecbur etti.

Maalesef çocuklarımız ve torunlarımız bizim çocukken yaşadığımız o güzel, masalsı hayatı yaşayamadı yaşayamıyorlar. Mesela benim torunlarımın mahalle arkadaşı yok, mahalle kültürü yok.

Elli sene geriye gidip baktığımda Ozanlar’da masal gibi bir çocukluk yaşamışız meğer biz. Acısıyla tatlısıyla. Ne çok özlüyorum o günleri.

Marangoz Mehmet Memiş.

Şehit Abdullah Ömür İlkokulu öğrencisi Mükremin Memiş (ayakta ortada)

Ozanspor, 1980. Ayaktakiler soldan: Başkan Aytaç, Şükrü, Ekrem, ?, ?, kaleci Bombili Cavit, kaptan Sezai Öztunç. Oturanlar soldan: Elagöz İbrahim, Burhan, Çakır Sabahattin, Fevzi, Mükremin Memiş.

Ozanspor, 1986. Ayaktakiler soldan: Bombili Cavit, ?, ?, Vahdettin, Keçi Engin, Musa. Oturanlar soldan: ?, Burhan, Turhan, Mükremin Memiş, Kesik Fahrettin, Çetin.

Ozanlar gençleri, Poyrazlar’da piknikte. Arka sıra, Burhan, Musa, Mükremin. 1985.