Fahri Tuna
130 bin kelimelik Türkçe sözlüğümüzde Hüdayınabit bir kavram var. Anlamı kendi kendine yetişen demek.
Adapazarı’nda yaşayan Hüdayınabit (Allah vergisi) şairlerin başında, hiç şüphesiz Teymur Ateşli geliyordu. Bir düşünün lütfen: Oturup her gün bir şiir yazabilen kaç şair vardır hayatta?
Ve bunları her gün gazetesinde, Akşam Haberleri’nde yayınlıyordu. Ayrıca, günlük şiirleri dışında, Ramazanda her gün bir hadisi şerifi şiirle anlatıyor, başka bir zaman Nasreddin Hoca fıkralarını, dizi olarak şiirle yazabiliyordu.
Belki Azeri Türklerine has bir özellikti bu.
İlk Şiir Kitabı Almanya’da, 1947’de: ‘Hicranlı Sesler’
Teymur Bey, muhtemelen lise, üniversite öğrenciliği ve savaşta bulunduğu yıllarda da şiir yazıyordu. Hemen ardından, kaçak olduğu saklandığı yıllarda da. Bunu nereden mi anlıyoruz? 1947 yılında Almanya Nürnberg’de yayımlanan ‘Hicranlı Sesler’ ve ‘Felijtonlar ve Satirik’ kitaplarından da belli.
İlginçtir, kaçak /saklandığı bir ülkede bunları nasıl yayımla(t)mıştır Teymur Bey? Bilemiyoruz.
Kitabına da isim olan Hicranlı Sesler şiirinden bir bölüm alıyorum buraya:
‘Can’ diyen canlardan arali, könlüm / Dermanım hardadur yarali könlüm / Nadanlar elinde oyuncak oldum / Vukurli dağların marali, könlüm!
Can bahar, atirli güllerin hani? / A bülbül, o şirin dillerin hani? / Ne için cahana karanlık çöküp / Ey güneş nur saçan tellerin hani?
Sevdim bu dünyani sefa görmedim / Yalandır kim dise cefa görmedim / Melek söylediğim gözellerde men / Ehtibar görmedim vefa görmedim
Neyleyim gül açib gülümser bahar / Can dustak olanda buni kim duyar / Mezardır bu dünya geniş olsa da / Çünki her adımda min sıkıntı var.
Adeta Bir Halk Ozanı, Bir Halk Âşığı Hassasiyetine Sahiptir Teymur Ateşli
Şiirlerinin temaları mı? Anlatayım: 1967 Depremi, ağıtlar, atasözleri-vecizeler, Atatürk ve Cumhuriyet, Azerbaycan, dünya-hayat-çağ-devir, eğitim-kültür-sanat, ironi, kamu, Türkiye, Kıbrıs Davası, Nasreddin Hoca fıkraları, ayetler, hadisler, Sakarya, Sakaryaspor, siyasi eleştiriler, şahıslara yazdığı şiirler, taşlamalar…
Neredeyse her konuda kolayca şiir yazabilen bir büyük şairdi Teymur Bey. 15 sene, senede 365 gün, 5.475 şiir. Ramazanlarda iki şiir. Yaklaşık 6.000 şiir yazmış Teymur Ateşli. Adeta bir şiir fabrikatörü o. Sehli mümteni hâkim şiirlerinde. Adeta bir âşık, bir ozan hakimiyetine sahip dizeler dilinden/kaleminden dökülürken. Büyük başarı gerçekten.
Vatanperver, samimi, inançlı, dürüst, adil, bayrağına devletine milletine aşık bir kalem.
İlerici - Gerici Şiiri Onun Dünyaya Bakışını Çok Güzel Anlatır Bizlere
Akşam Haberleri Gazetesinin, 1965 yılı Nisan ayının 26’sına gidelim: Müzminleşen Bir Belâ isimli şiirine göz atalım:
Müzminleşen bir belâ, ilerici-gerici / Böyle yanıp gidiyor bizde insanın içi,
Güya ilericiymiş naylon gömlek giyenler / Viski, votka içenler bir de havyar yiyenler
Helal mısır ekmeği yiyen gerici imiş / Allah bizi korusun diyen gerici imiş
Evet gerici imiş alın teri dökenler / Ya milletim başında koca kabak ekenler!
Büyük ilericidir, parlak aydınlar onlar / Dinle aziz kardeşim daha neler var, neler var!
Madam Elza’nın piçi ilerici çocukmuş / Köfte de yemezmiş o yediği hep sucukmuş
Büyük ilericiymiş dinsiz imansız herif / Müthiş gericiymiş Müslüman Mehmet Şerif…
Evet ilericiymiş barda çalışan bayan / Müthiş gerici imiş hanımefendi anan!..
Sanki göbek atmıyor / Aklını oynatmıyor
Evet ilericiymiş halktan çalıp yiyenler / Gerici softa imiş onlara dur diyenler
İmdat dostlarım imdat dünya bizden kaçıyor / Tavuklar kartal olmuş tepemizde uçuyor
Gazeteci Suat Beyenal: ‘Her Sabah Gazeteye ‘Merhaba Müselmanlar’ Diyerek Girerdi’*
“Teymur Ateli denilince aklıma özellikle edebiyatta dostlukta arkadaşlıkta çok güzel bir insan geliyor.
1964’te askere gittim. 1966’da askerden dönünce, gazetenin sahibi Selami Savaş’ın daveti üzerine Adapazarı Akşam Haberleri’nde çalışmaya başladım. Rahmetli Zekai Erdal’ı ve rahmetli Teymur Ateşli’yi orada tanıdım. Vefat ettiği 1976’ya kadar, on yıl süreyle Teymur Hoca ile neredeyse her gün beraberdik.
Teymur Ateşli yaptığı işe çok bağlı biriydi. Gazetede işi, haber toplamak, fotoğraflamak değildi. O işleri biz yapıyorduk. Gazetede onun bir masası vardı. Bizden sonra, öğlene doğru gelirdi. İçeri girdiğinde her zaman 'merhaba Müselmanlar’ derdi. ‘Merhaba, hoş geldin hocam, Müselman değil Müslüman, dilini düzelt artık’ derdim ben de. ‘Ben anlamam, dilimi de düzeltemem, kelimenin doğrusu Müselmandır, o kadar’ diye cevap verirdi. Bazen de kızar, ama hep inat eder, ‘Müselman’ derdi.
“Her Gün Masasına Oturur, Güncel Konularla İlgili Bir Şiir Yazar Yayınlardı”
Masasında oturur, sol elini alnına götürür, şiirler yazardı. Bazen dörtlük, bazen sekizlik şiirler yazardı. Çok güzel şiirlerdi bunlar. Onun işi buydu; masasına oturup şiir yazmak… Her gün bu şiirler gazetemizin sağ alt köşesinde yayımlanırdı.
Bakardım, bir dörtlük yazmış, ben de seslenirdim:
‘- Hocam tam on ikiden vurdun yine, çok güzel yazıyorsun’ derdim. O da bana kızar, en çok bu müdahaleme sinirlenirdi:
‘Ne karışıyorsun! Konsantrasyonumu niye bozuyorsun sen? Ben çocuk muyum, ne yazdığımı bilmiyor muyum? Şimdi ben yeniden konsantre olmak için senin yüzünden iki saat bekleyeceğim’ diye sert şekilde söylenirdi. Şiirini bitirdikten sonra da gelir, bana sarılır gönlümü alırdı.
Çok kibar, çok beyefendi biriydi. Her zaman grand takım elbiseli, kravatlı, günlük tıraşlı gelirdi. Bir günü geçmiş sakallı bile görmedim onu.
“Günaydın Gazetesi’ne Çektiğimiz Fotoromanda Teymur Hoca’yı Baba Rolünde Oynattık”
1970’lerde İstanbul gazetelerinde bir fotoroman furyası vardı. Zekai Erdal’la dedik ki ‘biz de fotoğrafçıyız. Bu fotoromanları biz de çekebilir, Günaydın Gazetesi’nde yayınlatabilir, para kazanırız.
Zekai Erdal çekeceğimiz fotoromanın senaryosunu yazdı, ikisi kız ikisi erkek, dört tane genç oyuncu bulduk, benim akrabalarımdan orta yaş üstü, anne rolüne uygun birini de bulduk, ama bir türlü baba rolüne oyuncu bulamadık. Gazetede Zekai’nin masasında Zekai ile dertleşiyoruz, ‘Bir baba bulamadık, ne yapacağız’ filan diye. Biz farkında değiliz, Teymur Hoca arkamızdan ‘bunlar ne yapıyorlar ‘ diye bize bakıyormuş, konuştuklarımızı da herhalde duymuş:
‘- Bana bakın çocuklar, benden iyi baba mı bulacaksınız. Ben baba rolüne hazırım’ dedi. ‘Aman hocam etme, senle ne alakası var, bu fotoroman işi’ dedik. ‘Ben gençliğimde Azerbaycan’da film de çektim, bu işleri iyi bilirim. Ben baba rolünde olacağım sizin fotoromanda’ diye ısrar edince ‘tamam o zaman’ dedik biz de.
Ertesi gün, Adliye Köyü’ne çekime gittik. Bende bir minibüs vardı, onunla gittik. Ekipçe. Sehpayı kurduk, makineyi taktık, Minolta marka makinemizdi, hiç unutmam. Herkes var, Zekai var, ben varım, ışık tutacak iki adam var, oynayacak 4 genç var, anne var, fakat bizimle gelen Teymur Hoca ortalıkta yok. Çekimi bıraktık, Teymur Hoca’yı arıyoruz. On beş haneli köy. Bir de baktık bir evden çıkıyor. Onu görünce gülmekten yerlere yattık. Meğer grand tuvalet çekime gelen Teymur Hoca, baba rolüne uygun olabilmek için, bir eve girmiş, kömür istemiş, sobadan odun kömürü vermişler, yüzünü kömürle boyayıp sakal yapmış; kırk beş yaşlarındaki Temur Ateşli yetmiş yaşında görünüyor… Simsiyah yapmış yüzünü. ‘Hocam ne yaptın?’ dedik. ‘Siz anlamazsınız. Ben baba rolüne günlük tıraşla mı çıkacağım, sakal yaptım kendime’ dedi. Zekai ile beni aldı bir düşünce. Hem gülüyoruz hem çözüm arıyoruz. Bir yandan da Teymur Hoca kızıyor bize. ‘Ne yapalım, artık böyle çekelim de fotoğrafta koyu basarız. Kapatırız’ diye çözüm bulduk. Çekime başladık.
Adliye’de iki üç saatte yetmiş seksen poz çektik. Teymur Hoca da on beş yirmi pozda var. Geldik.
Ertesi gün E-5 Karayolu’nda, Sapanca kenarında açık mekânda çekeceğiz senaryo gereği. Ekibi aldık benim minibüsle gittik. Teymur Hoca gene yanımızda. Bu sefer Hoca, kömür almayı unutmuş. ‘Sakalsız olmaz’ dedik, ‘Siz böyle çekin, kalemle fotoğrafa sakal yaparsınız’ dedi, gene kızdı bize. Daha fazla kızdırmayalım diye o gün Teymur Hoca’yı sakalsız çektik. Otuz kırk pozun sekiz on pozunda Teymur Hoca sakalsız... ‘Sonradan sakal yaparız artık’ dedik. Bitirip Günaydın Gazetesi’ne vereceğiz, hesabımıza göre orada yayınlanacak.
Zekai Erdal dedi ki, ‘iki üç gündür çalışıyoruz. Aşağı yukarı 110-120 poz çektik. Bunları Günaydın’a bir götürelim, bakalım beğenecekler mi? Boşuna uğraşmayalım!’ Haklıydı. ‘Tamam, öyle yapalım’ dedim.
Çektiklerimizi iki gün sonra, Dilmen Otel’in altında Foto Teknik’te ben bunları bastım. 18-24 cm ebadında, büyük. Hakikaten karakalemle de sakalsız sekiz fotoğraftaki Teymur Ateşli’lere sakal yaptım. Tümü 119 fotoğraf. Sardım, sarmaladım, paketledim. Birkaç gün sonra otobüsle İstanbul’a Günaydın’a gitmeye hazır hâle getirdim.
Ertesi gün Akşam Haberleri Gazetesi’nde Temur Hoca ‘bunlara bir bakayım, verir misin?’ dedi, aldı. Görür görmez de ‘Bunlar ne böyle, siz beni rezil etmek için anlaşma mı yaptınız?’ diye köpürdü. ‘Bunlar ne böyle kapkara’ dedi. ‘Hocam, sen dedin bize karakalemle sakal yaparsınız’ diye, unuttun mu’ dediysek de anlamadı. Kızdı, aldı el koydu bütün fotoroman fotoğraflarına.
“Çok Kibar, Her Gün İşe Takım Elbiseyle Kravatla Gelen, Çok Beyefendi Biriydi”
Bizim de fotoroman serüvenimiz de Teymur Hoca sayesinde, daha başlamadan böylece sonra ermiş oldu. Teymur Hocam kızdığında çok müthiş oluyordu. Öfkesi geçince Zekai ile beni manevi tarafımızdan yaklaşarak, günlerce çalışarak fotoroman konusunda da gönlümüzü aldı. Zaten ona çok büyük saygı duyduğumuzdan darılamazdık.
Çok kibar, ailesine, çocuklarına çok bağlı biriydi. Eşi Zeynep Yenge, bazen matbaaya geliyordu. Pazara gidecek alışverişe. Ona para verirken bile, bize arkasını döner, cüzdanını çıkarıp öyle para verirdi. Çevresindekileri rencide etmezdi katiyen.
Rahmetli Teymur Ateşli’nin en güzel tarafı, bize ‘dilim dönmüyor’ dediği o nefis aksanlı Azeri konuşmasıydı. Ona hayran oluyorduk.
Bazen sırf onu konuşturmak ve o güzel Azericesini dinlemek için, olmayacak zor konular açıyordum, o da uzun uzun izah ederken ben de bir güzel onu dinlemiş oluyordum. Öyle bir anlatıyordu ki, bizi inandırıyor, o zor konuda bizi ikna ediyordu.
Teymur Hoca’nın asıl işi tercümanlıktı. Yeminli tercümandı. Âzerice, Rusca, Almanca, İngilizce biliyordu, hatırladığım. Yabancılar gelirdi sık sık gazeteye. Onların belgelerini çevirirdi. Ve her gün bir şiir yazardı gazeteye. Masasında oturur yazardı. Tahmin ediyorum hem gazeteden aldığı maaş, hem de o belgeleri tercüme ederek aldığı ücretle geçindiriyordu ailesini.
On yıl süreyle aynı gazetede beraber çalıştığım, daima ‘Hocam’ diye hitap ettiğim, Teymur Ateşli Büyüğüme ve saygıdeğer eşi Zeynep Yengemize Allah’tan rahmet, birbirinden değerli beş evlatlarına da uzun sağlıklı ve mutlu bir hayat diliyorum.”
*: 1944 Adapazarı doğumlu, gazeteci, uluslararası milli güreş hakemi, Adapazarı’nda ikamet ediyor, 22.8.2020 tarihli telefon görüşmemizde anlattıklarından.
Teymur Ateşli Adapazarı’nda.1961 Teymur – Zeynep Ateşli Ailesi çocukları Kemal, Cengiz, Nilgün ve
Tamella ile. 1961
Akşam Haberleri, 21.06.1973 Teymur Ateşli’nin Sakaryam şiiri, 21.6.1973
Kaynak: YENİ SAKARYA GAZETESİ