Lucifer’in Medeniyeti: Seküler Batı’nın Sözde Özgürlüğü ve Gerçek Köleliği

Batı medeniyetinin “özgürlük”, “laiklik” ve “eşitlik” sloganlarıyla süslediği dünya düzeni, aslında Luciferci bir illüzyondur.

Bu düzenin temelinde insanı Allah’tan koparma, fıtratını bozma ve hakikatin yerine beşerî putları koyma arzusu yatar.

Bugün New York’ta, Londra’da bir Müslüman belediye başkanı seçildiğinde, Batı hayranı Türkiye'deki seküler çevreler bunu “sekülerliğin zaferi” olarak sunar. Oysa bu durum, Batı’nın medeniyet seviyesini değil, İslam dünyasının köleleştirilme biçimini gösterir. Çünkü BATI, MÜSLÜMANLARA KENDİ SİSTEMİNİN MEMURLUĞUNU VERİR AMA SİSTEMİN SAHİBİNİ ASLA DEĞİŞTİRMEZ.

1. Sekülerliğin Maskesi: Lucifer’in Tahtı Üzerinde Kurulan Dünya

SEKÜLERLİK Batı’nın icat ettiği en büyük TANRISIZLIK projesidir.

İnsanlık tarihindeki bütün büyük sapmalar, ilahi otoritenin reddiyle başlamıştır.

Lucifer, “Ben ateşten yaratıldım, o çamurdan” diyerek Allah’a isyan ettiğinde, ilk seküler başkaldırıyı yapmıştı. Modern seküler Batı, aynı isyanı yeniden sahneye koymaktadır.

Bugün bu medeniyet, Allah’ı toplumsal hayattan çıkarıp yerine bilimi, insanı, teknolojiyi ve parayı koymuştur. Artık Batı’da Tanrı yoktur; yerine “rasyonel ego” oturmuştur.

Bu yüzden Batı medeniyetinin bütün başarıları şeytanın krallığını büyütür.

New York’ta ya da Londra’da bir Müslüman yönetici seçilmesi, bu düzenin adaletini değil, kendi kurguladığı sahnenin çeşitliliğini gösterir. Lucifer’in planında bile dekorlar renkli, oyuncular farklıdır ama senaryonun yazarı hep aynıdır. Bu Müslüman figürler, sistemin ruhunu değiştirmez; yalnızca vitrinini süsler. Onlara verilen makam, Batı’nın “hoşgörü” maskesinin altındaki kibri gizlemek içindir.

2. Batı’nın Hoşgörüsü: Kendi Tanrısına Tapmayanlara Verilen Sopa

Seküler Batı, MÜSLÜMANLARA ÖZGÜRLÜK DEĞİL, KONTROLLÜ BİR KÖLELİK SUNAR.

İslam coğrafyasından gelen birinin Batı metropolünde yükselmesi, Batı’nın vicdanını temize çıkarma aracıdır. “Bakın biz ırkçı değiliz, Müslümanlara da görev veriyoruz” demek isterler. Fakat aynı Batı, Fransa’da başörtüsünü yasaklar, Almanya’da camilere saldırılar olur, Amerika’da İslamofobi kurumsallaşmıştır. Bu ikiyüzlülük, Batı’nın insan hakları anlayışının sahte olduğunu kanıtlar.

Batı’da Müslüman olmak, ancak kendi dininin özünden soyunarak mümkündür.

Bir MÜSLÜMAN, KUR’AN’NIN HÜKÜMLERİNİ TAM ANLAMIYLA YAŞAMAK İSTESE, O KOLTUKLARDA BİR GÜN BİLE DURAMAZ.

Çünkü Batı’nın seküler düzeni, İslam’ın adalet sistemine, aile yapısına, faize, tesettüre, zinaya ve toplumsal ahlaka tamamen ters düşer. Müslüman kimliği ancak Batı’nın belirlediği “ılımlı” sınırlar içinde kabul görür. Yani ÖZGÜRLÜK DEĞİL, DENETİMLİ İNANÇ VARDIR.

3. İslam’ın Gerçek Medeniyeti: Hakikatin Işığında İnsan Onuru

Gerçek medeniyet, insanın Allah’a kul olma bilincini kaybetmeden yeryüzünü imar etmesidir. Batı’nın seküler düzeni insanı özgürleştirdiğini söyler, ama aslında onu arzularının esiri yapar. Oysa İslam, insanı hem nefse hem zulme karşı özgürleştirir. Bir insanın kalbinde Allah korkusu varsa, o insan hiçbir zalime boyun eğmez. İSLAM, KULUN KULA DEĞİL, YALNIZCA ALLAH’A SECDE ETMESİNİ EMREDER. Bu, tarihte hiçbir sistemin veremediği bir onurdur.

BATI’NIN MEDENİYET İDDİASI, MADDEYE TAPINMA ÜZERİNE KURULUDUR.

Oysa İslam medeniyeti kalp, akıl ve ruhun dengesi üzerine bina edilir.

Endülüs’te, Bağdat’ta, İstanbul’da ilimle iman iç içe yürümüştür. Matematikçiler aynı zamanda sufiydi, hekimler aynı zamanda müfessirdi. İslam medeniyeti, insanı sadece zihin değil, ruh varlığı olarak tanır. İşte Batı’nın anlayamadığı fark budur.

4. Müslümanların Görevi: Batı’ya Benzemek Değil, Batı’yı Aydınlatmak

Bugün Müslüman dünyasının hatası, Batı’ya YETİŞMEYE çalışmak değil, Batı’ya BENZEMEYEçalışmasıdır.

Oysa İslam’ın misyonu Batı’nın seküler karanlığını taklit etmek değil, onu hakikat ışığıyla aydınlatmaktır. Bir Müslüman, Batı’da belediye başkanı olduğunda değil, Batı’nın kalbine tevhidi yerleştirdiğinde dünyayı değiştirir. İslam’ın asıl zaferi, sandıkta değil, insanın kalbinde kazanılır.

Seküler Luciferian Batı düzeni, İslam’ı yeryüzünden kazımak için “demokrasi”, “özgürlük”, “eşitlik” gibi kavramları araç olarak kullanır. Bu kavramlar kulağa hoş gelir ama içi boşaltılmıştır.

GERÇEK ÖZGÜRLÜK, ALLAH’A TESLİMİYETLE MÜMKÜNDÜR.

GERÇEK EŞİTLİK, MAHŞER GÜNÜNDE TERAZİNİN BAŞINDA GERÇEKLEŞİR.

GERÇEK ADALET, YALNIZCA KUR’AN’IN HÜKMÜYLE TESİS EDİLİR.

Müslümanların görevi, bu hakikati yeniden hatırlamak ve insanlığa hatırlatmaktır.

Sonuç: Lucifer’in Işığına Değil, Nur’un Hakikatine Yönelmek

Seküler Batı medeniyeti, Lucifer’in “ışık” metaforunu kullanır; ama o ışık, gözleri kamaştıran bir ateştir. İnsanları hakikatten uzaklaştırır.

İslam’ın nuru ise kalpleri aydınlatır, aklı berraklaştırır.

Bugün Batı’nın Müslümanlara verdiği makamlar, birer “ışık tuzağı”dır. Onlara makam verir ama imanlarını almaya çalışır. Oysa Müslüman için makamın değeri, Allah rızasına hizmet ettiği kadardır.

Batı, Müslümanlara “gel, bizim sistemimizde yer al” derken aslında “gel, bizim putlarımızı da kabul et” demektedir.

Fakat hakiki bir Müslüman bilir ki, bütün dünya makamları bir secdeye değmez.

Çünkü secde, Allah’ın dışında hiçbir güce yapılmaz. İşte o gün, Müslümanlar Lucifer’in değil, Rahman’ın nuruna yöneldiğinde, gerçek medeniyet yeniden doğacaktır.(Gökhan Dihkan’dan alıntı)

Kaynak: YENİ SAKARYA GAZETESİ