Söyleşi Fahri Tuna*
Faik Bey, sohbetimize bir konuya açıklık getirerek başlayalım isterseniz. Biz sizi Adapazarlı biliyoruz ama, siz İstanbullu biliniyorsunuz. Adınız Mustafa ama Faik diye tanındınız. Bu iki konunun aslı nedir acaba?
Anlatayım efendim. 1.12.1922’de Adapazarı’nda, Tığcılar Mahallesi Pamuk Osman Sokağı’nda doğdum. Adapazarı Nüfus Kütüğüne kayıtlı olduğum halde, kimliğimde İstanbul yazılıdır. Ben doğar doğmaz annemin vefat etmiş olması, babamın da hemen evlenip İstanbul’a yerleşmesi, buna neden olmuş olabilir. Asıl adım Mustafa’dır. Faik baba adımdır. Sen-Josef Fransız Lisesi’nde hocalarımız baba adımızla çağırırlardı. O zaman soyadı yoktu. Faik adı bana oradan kaldı.
İstanbul’a gidişiniz nasıl oldu? Annemin vefatı ve babamın, büyükbabamdan izinsiz evlenip İstanbul’a yerleşmesi üzerine, beni haminnem büyüttü. Dünyada en çok sevdiğim insan haminnemdir; beni yetiştiren insandır. Altı yaşındaydım; büyükbabam, haminneme, “Hanım, bu çocuk it kopuk olmasın, İstanbul’a amcasına yazdım, yatılı bir okula verelim” dedi. Ve İstanbul’a Sen-Josef Fransız Lisesi’ndeki on bir yılım böyle başladı. En çok sevdiğim haminnemden ayrılmak beni dayanılmaz acılar dünyasına itti.
Şiirle, sanatla ilginiz nasıl başladı?
Mayıs ayının en güzel günlerinden birinde, mor salkım menekşe kokuyordu İstanbul, Fransız Hastanesi’nde kanserden yatan haminnemi görmeye gittim. Kapıdaki Fransız hasta-bakıcı elime küçük bir paket tutuşturdu: “Büyükanneniz bu iki muzu size saklamıştı; sizi çok özlemişti. Ama bir saat önce dayanılmaz acılarından kurtuldu” dedi. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bembeyaz bir pikenin altında yatan haminneme son bir kez sarıldım. Bu dayanılmaz acının etkisiyle ilk şiirimi yazdım. Haminnem için yazdığım şiirimi bir dergiye gönderdim. İki ay sonra yayınlandı. Bir liralık telif ücretini hâlâ bekliyorum.
İlk yazınız hangi tarihte, nerede yayınlandı?
İlk yazım 1936’da Gündüz dergisinde yayınlandı.
Sait Faik’le tanışıklığınız biliniyor. Sanata yönelmeniz ve gelişiminizde Sait Faik’in etkisi oldu mu?
Sait Faik’le aramızda büyük bir yaş farkı vardı. Sait Faik benden on altı yaş büyüktü. Onun bende hiçbir etkisi olmadı. Yalnız onun değil; hiçbir yazarın etkisi altında kalmadım. Sait Faik kendine özgü bir öykücüdür; Türk öyküsüne yeni bir soluk, bambaşka bir renk, hoş bir canlılık getirmiştir.
İlk kitabınız bir roman: “Sarduvan.” Sizin nezdinizde Sarduvan’ın özelliği nedir?
Bu sorunuzun yanıtını edebiyat eleştirmenlerine bırakıyorum: Tahir Alangu: “Faik Baysal, bizde en fazla tutulan gerçekçi sanat anlayışının ilk basamağını temsil eden gözlemci ve tasvirci - gerçeklilik yolundadır.
(1)” Selahattin Tuncer: “Sarduvan, Faik Baysal’ın ilk romanı olduğu hâlde karşımıza usta bir romancı hüviyeti ile çıkıyor.” (2) “Fahir Önger: “Faik Baysal’ı daha ilk romanında büyük başarılara ulaştıran neden, tiplerin iyi realize edilmiş olmasında aranmalıdır.” (3) Celalettin Ezine: “Faik Baysal... Türk edebiyatında bir gelenek hâline gelen Fransız etkisine hiç kapılmamış. Sarduvan romanı, kendine özgü bir başkalık ve ayrılık belirtmekle birlikte, anlatım, tipler ve tahlilleriyle Rus romanının izlerini taşımaktadır” der. Son bir söz de ben söyleyeyim: “Sarduvan romanı, edebiyatımızın insan platformu üzerine kurulan güdümsüz ilk kırsal bölge romanıdır.
Faik Bey, siz çok yönlü bir sanatçısınız; şair, hikâyeci, romancı, senaryo yazarı ve çevirmensiniz. 2000 yılı sonu itibarıyla yayınlanan kaç kitabınız var ve kısmetse sırada neler var?
Bir sanatçı edebiyatın bütün türlerinde kalem oynatabilmelidir. Bizde ilk bilim-kurgu filmi olan “Kavanozdaki Adam”ı bu nedenle yazdım. İlk kitabım olan “Sarduvan” 1944’te Semih Lütfi Kitabevi tarafından yayınlandı ve edebiyat çevrelerinde büyük gürültü kopardı. Unutmadan söyleyeyim; telif ücretini hâlâ bekliyorum. 1944’ten bu yana 33 kitabım yayınlandı, 44 kitabın da çevirmeniyim; toplam 77 kitaba imza atmışım demek... Sırada ne var demiştiniz? Şu sıralar “Kazanova”yı çevirdim. Yayına başlıyor.
77 kitaptan maddi kazancınız ne oldu? Faik Baysal olmaktan memnun musunuz?
Bir gün İstiklal Caddesi’nde yürürken, bir hanım kolumdan tuttu: “Siz Faik Baysal değil misiniz?” diye sordu, “Olmaz olsaydım hanımefendi” dedim. Bir Fransız yazar, bir romanıyla Paris’te bir villa alabiliyor, biz “Sarduvan”la mütevazı bir dairenin kapısını bile alamadık! Ama ne olursa olsun diyeceğim şudur: Yaşasın şiir, roman, öykü: Yaşasın Edebiyat! 77 kitabı para için yazmadım. Ama geçimimi kitaplardan sağladım.
Sanat ve hayat anlayışınızı öğrenebilir miyiz?
Ben her zaman haksızlıkların karşısındayım, her zaman da insanın yanındayım. Bir yazar politik bir sistemin borazan başı olmamalı; tuzu kuru, mutlu bir azınlığın, magandaların hizmetine girmemelidir. Kalemim ve düşüncelerimle bugüne kadar hiçbir çıkar çevresinin bastonu ya da uşağı olmadım.
12 rakamından hoşlanmadığınızı duymuştuk?
Doğrudur; 18 yaşındayken Ankara Radyosu’na girmek için gittiğimde, on iki gün aç kaldım, sadece su içtim; on iki gece parkta yattım; yedek subay okulundayken bir şiirim yayınlandı: “Karıma Mektup”, on iki gün yargılandım, ceza aldım...
Sayın Baysal, şiirlerinizde “Sakarya akıyordu gözlerinden”, “Hacı Baba Lokantası “, “Cerzizlerin Bostan Kuyusu”, “Tutrakanlı Zehra Sapağı”, “Han Altı”, “Şafak Kıraathanesi”, “Beşköprü altında saat onda” gibi mısralar yer alıyor. Çocukluğunuzun Adapazarı nasıldı?
Ben Adapazarı’na her gelişimde çocukluğumun Adapazarı’na geliyorum zaten. Bütün sokaklar gibi bizim sokağımız da Arnavut kaldırımıydı. Köşe bucakta gaz fenerleri vardı. Bekçiler kalın sopalarıyla gecelerimizi tokmaklardı. İstasyonun arkası ceviz kütükleriyle doluydu; bu kütüklerden havaya yayılan kokuyu hâlâ duyarım. İstasyonun bitimindeki koza fabrikasının uzun bacasına bayılırdım. Sonra bir gün sevinçten havalara uçtuk; istasyona giden ağaçlıklı yolun iki yanına aile gazinoları, bahçe sinemaları açıldı. Ünlü Benhur filmini ben o sinemalarda seyrettim. Sık sık Çark’a giderdik. Ben orada ağzı kocaman bir misketle kapalı Olimpos Gazozu içmeyi çok severdim. Adapazarı’nın insanları da bir başkaydı o zaman: Kocaman bir aile gibiydik!
* : Fahri Tuna’nın Irmak Dergisi 2001/1 sayısında yayımlanan söyleşisi.
1. Tahir Alangu, Cumhuriyet’ten sonra Hikaye ve Roman, Sh. 702,
2. Selahattin Tuncer, Yaratış Dergisi,
3. Fahir Önger, Aile Dergisi
HAKKINDA YAZILANLAR
Doğan Hızlan:
“SADECE YAZI MASASININ BAŞINDA MUTLUYDU”
“Bende edebi izleri yaşayan Sarduvan romanının yazarı Faik Baysal da sessizce bu dünyadan ayrıldı. Ortalıkta görünmeyen, sadece yazı masasının başında mutlu olan bir dosttu. Toplumcu gerçekçilik anlayışını daha ilk romanının ortaya koymuştu. Sarduvan’ı okuduktan sonra onun bir tür devamı sayılan Rezil Dünya’yı okumalısınız. Romanımızın önemli eserlerini bilmeden bugün iyi bir okurum demek mümkün değil...” (1)
Ahmet Miskioğlu:
“GARİP’ÇİLERE BÜYÜK KATKILARI OLDU
“Faik Baysal kırklı yıllarda, önceki dönemlerden ayrımlı, yerleşik şiir anlayışını yıkan çok değişik şiirler yayımlıyordu. Ben, onun şiirlerini okurken değişikliğe şaşar ve ondan hiç kimsenin söz açmamasına daha çok şaşardım. (...) Diyemez miyiz ki ‘Garip’çilere Salâh Birsel'in de, Faik Baysal'ın da büyük katkıları olmuştur. Onların buluşları, kendilerinin olduğunu söyledikleri yaratıları içinde bunların da katkıları vardır. Hem de daha önde, öncelikli olarak vardır! Yani kullandıkları birçok yeniliği bulan Salâh Birsel'dir, Faik Baysal'dır. Faik Baysal da hakkı yenmiş yazarlardan biridir. (...) Sürekli olarak yenilik ardında koşma, yalın bir anlatım ve topluma değer verme eğilimi içinde şiirler yayımlayan Faik Baysal, başarılı romanlar, öyküler de yazdı; çok sayıda çeviri yapıtı yayımladı. Kuşku yoktur ki çevresini, kuşağını, çağını etkilemiş ve kendisi de onlardan etkilenmiştir.” (2)
Tansu Bele:
“-YAZINIMIZIN SON ÇELEBİLERİNDENDİ”
“Faik Baysal yazınımızın son çelebilerindendi. (...) Toplumun en alt kesimi olmakla birlikte en önemlisi sayılan çoğunluğun, özge bir deyişle “ayaktakımının” ezik, acı, dışlanmış, kıyıma uğramış, gerçeklerinin iç yüzüne güzel bir Türkçe ile, üstelik bir tablo duyarlığında işleyen bir ustadır.” (3)
Adnan Özer:
“ARI DİLİYLE SANATSAL BİR ÇİZGİ...”
“Faik Baysal, okurları ile yakın ilişki, söyleşi, dostluk kurabilen, arı diliyle sanatsal bir çizgi yaratabilen bir sanatçı niteliğine ulaşmış ve kendi yazınsal inceliğini gene kendisi sürdürebilmiştir.” (4)
Yavuz Bülent Bakiler
“TÜRK ŞİİRNDEKİ EN GÜZEL ANA ŞİİRİ FAİK BAYSAL’INDIR“
“Belki biliyorsunuz ben “Şiirimizde Ana”yı hazırladım. Türk şirindeki “Ana” şiirlerini iyi bilirim yani. Bana göre Türk şiirindeki en güzel ana şiiri Faik Baysal’ındır. Yayımlanmış üç şiir kitabım var. Onun “Annem” şiirini yazmış olmayı bütün şiirlerime tercih ederdim.” (5)
Cihat Zafer:
“YAPITLARINA VERDİĞİ İSİMLER BİZE YOL GÖSTERECEKTİR“
“Bu ülkeyi (Türkiye) ve insanlarını tanımak için çıktığımız yolda, sosyo-kültürel haritalarımızı kaybetsek bile, Faik Baysal’ın yapıtlarına verdiği isimler ışıklı birer sınır taşı gibi bize yol gösterecektir. (...) Hiç ‘Militan’ olmadı. Onurlu bir asker gibi, rütbesini hiç düşünmeden, dilinin, duyarlılığının, kültürünün sınırlarında nöbete kaldı, sınırları genişletti, Balzac’la, Hugo ile, Steinbeck ile, Margez’le beraber nöbet tuttu.” (6)
Fahri Tuna:
“HEP İNSANI DAİMA İNSANI YAZDI”
“Pırıl pırıl, tertemiz bir Türkçe. Samimi, kibar, asil tavırlar. Tevazusu karizmasını ikiye katlıyordu. Kendi ifadesiyle ‘Türk edebiyatının güdümsüz ilk köy romanı’ Sarduvan’ı o yazdı. Babıali’nin ender temiz ve namuslu kalemlerinden; beyaz bir hayat yaşadı; şu ‘Rezil Dünya’da ‘Beyaz Şiirler’ yazdı. Hüzünlerin emzirdiği çocuk, hüzünlerin büyüttüğü yazar; anne ve babasını hiç göremedi. İliklerine kadar insan sevgisiyle doluydu. Hep insanı, sıradan insanları, acılarını yazdı.” (7)
Mehmet Nuri Yardım:
“O DUYGU ADAMIYDI”
“Faik Baysal bir duygu adamıydı ve edebiyatın duyguyla güzelleşeceğine inanıyordu. Büyük yazarların aynı zamanda duygulu olması gerektiğinin altını çiziyordu ısrarla. İnsana bakışını ele alırken onun derdinin yalnızca ve sadece ‘insan’ olduğunu görüyoruz. O şiirlerinde ve romanlarında hep insanı anlattı, insana dair şeyler söyledi durdu. Çünkü insanı amaçlamayan sanatın da edebiyatın da kalıcı olamayacağına inananlardı. Aslında Faik Baysal yalnız adamdı. İdeolojilerin egemen olduğu edebiyat dünyamızda kendi sessiz adasında yalnız yaşardı…” (8)
1) Doğan Hızlan, “Rezil Dünya’ya Sessizce Veda Eden Yazar”, Hürriyet Gazetesi, 12.12.2002,”Bakış”köşesi.
2) Ahmet Miskioğlu, “Yitirdiğimiz Faik baysal Üzerine”, Türk Dili dergisi, Yıl: 16, cilt: 16, sayı: 94, ocak-şubat 2003.
3) Mehrizat Poyraz, Cumhuriyet Kitap, Sayı: 457, sh.12.
4) Mehrizat Poyraz, Cumhuriyet Kitap, Sayı: 457, sh.12.
5) Yavuz Bülent Bâkiler’in 3. Sapanca Şiir Akşamları’nda (28-29-30 Haziran 2003) “Faik Baysal” üzerine sohbette söylediklerinden.
6) Faik Baysal, Gül Sancısı, Adapazarı BŞ Belediyesi yayını, Adapazarı-2001, sh.72,
7) Fahri Tuna,Faik Baysal portresi, Irmak Dergisi Faik Baysal Özel Sayısı, 2003/25, sh.15
8) Mehmet Nuri Yardım, “Adadaki Yalnız Adam”, E Edebiyat, Mart 2004
FAİK BAYSAL KİMDİR?
1922 yılında Adapazarı Pamukosman Sokağı’nda doğdu. İstanbul Saint Joseph Koleji (ilk, orta, lise) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Öğretmenlik, spikerlik, çevirmenlik yaptı; gazete ve ansiklopedilerde çalıştı. Roman, öykü, şiir ve senaryo yazdı. İlk ürünü Tahta At (şiir, 1935) olup yayımlanan ilk ürünü Yapraklar (şiir, Gündüz Dergisi, 1936), yayımlanan son kitabı Madam Bambu (Roman/2002)’dur.
09 Aralık 2002 tarihinde İstanbul Bahçeşehir’de vefat etmiş ve İstanbul Topkapı Merkezefendi Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Şiir: “İlk Defa” (1957), “Beyaz Şiirler” (1984), “Ayın Ucunda” (1994), ”Gül Sancısı” (2001.)
Roman: “Sarduvan” (1943), “Rezil Dünya” (1955), “Drina’da Son Gün”, “Küçük İnsanlar”, “Ateşi Yakanlar”, “Voli”, “Madam Bambu”(2002.)
Öykü: Perşembe Adası (1955), “Sancı Meydanı”, “Nuni”, “Militan”, “Tota”, “Güller Kanıyordu”, “Kırmızı Sardunya”, “Ilgaz Teyze Öldü”, “Elleri Sesinin Rengindeydi”, ”Beni Bırakma Doktor.”
Senaryo: Kavanozdaki Adam (bilim-kurgu)
Ödülleri: 1994 Orhan Kemal Roman Ödülü (SARDUVAN’la), 1969 Sait Faik Öykü Ödülü (Sancı Meydanı’yla), İnanç Dergisi Roman Ödülü (Ateşi Yakanlar’la). 2002 yılında Irmak dergisi tarafından adına ödüllü öykü yarışması düzenlendi.
Yazdığı dergiler: Gündüz, Varlık, Büyük Doğu, Irmak.
Annem
Faik Baysal
Tanımam, bir kez bile görmedim yüzünü,
Ama biliyorum.
Bu ağaçlar tüm yemişleriyle onun...
Hala dizlerinde uyuyorum geceleri Tanrıca,
Ben değil, o ağlıyor benim yerime gözlerimde,
O getiriyor her gece yıldızları avuç avuç başucuma,
Ama biliyorum,
Ellerim, ayaklarım, gözlerim onun.
Tanımam, bir kez bile tutamadım sesini masallarda,
Ama biliyorum,
Bu kuşlar, bu gök, bu türküler onun.
Bir adı topraksa, bir adı ekmek sofralarımızda,
Tarlalarda başak, bütün bahçelerde çiçek,
Sütlerin beyazlığında sıcacık kokusu dövü dövü,
Onun sesi, gözleri, elleri, ayakları tüm kadınlarda,
Tanımam, bir kez bile sarılamadım mutluluğuna oğulca,
Ama biliyorum,
Buram buram tüten sıcaklığım onun.
Tanımam, bir kez bile saklanamadım avuçlarına,
Ama biliyorum,
Tüm sevgiler, iyilikler onun.
Yumuk yumuk sıcaklığıyla üstümü örtüyor geceleri hala,
Bir kulübede, bir apartmanda da o çıkıyor karşıma hep,
Afrika’da kara, Çin’de sarı, içimde apak,
Tümünün sütü ak, tümünün elleri harman harman sıcak,
Tanımam, bir kez bile duyamadım yastığımda kokusunu,
Ama biliyorum,
Dünyanın bütün çocukları onun.








KAYNAK: YENİ SAKARYA GAZETESİ