Ziyonistler;  “kanser uru, tümör” gibidir. Bir organizmanın içine girmeye görsün, zamanında tedbir almaz, erken teşhis etmez, küçükken yılanın başı ezilmezse, organizmanın, bedenin tümünü işgal eder, bütün vücudu yer ve bitirir.

            Ziyonist İzrail,  Akdeniz Müslüman coğrafyasına, yani Müslümanların bedenine, kalbine girdiği 1948’den beri, kanser uru, tümör gibi yayılmış ve tüm bedeni sarmış, yemiş bitirmiştir.Esasen tüm dünya ülke  ekonomilerini ele geçirerek kanını emen de bunlardır.

            Bu“habis ur,” bununla da kalmayacak, MARAZİ, İSTİLACI, YAYILMACI, KAN EMİCİ “Arz-ı mevud” dedikleri sapkın rüyaları gerçekleşene kadar, tüm Müslüman bedenlere yayılmaya, vücutlarını yemeye devam edecek, kana asla doymayacaktır. Kana alışınca, kan kokusuna dayanamayacak, daha çok içmek isteyecektir.

             Hiç şüphesiz, en büyük destekçisi, dünyanın en büyük ziyonist ve emperyalist terör devleti ABD yönetimlerinin büyük desteğini alarak  güç bulmakta ve bütün bunları “BÜYÜK ŞEYTAN” ile başarmaktadır.

             Esas ve en büyük kanser uru, dünyayı saran tümör ABD yönetimleridir. İzrail O’nun desteği ile Müslüman Akdeniz coğrafyasını, ABD yönetimleri ise tüm dünyayı kanser gibi sarmış, ölüme mahkum etmiştir.

            Müslüman dünyanın bu habis küresel kanser uruna maruz kalması, Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ile başlamış, sahipsiz ve korumasız kalan Müslüman coğrafya, bu Haçlı-ziyonist ve emperyalist güçler tarafından işgal edilmiş, kendilerinin sınırlarını çizdiği binbir parçaya bölünmüş ve her birinin başına, ipleri her alanda kendi ellerinde olacak şekilde işbirlikçi hainler yerleştirmişlerdir.

            20. Yüzyılın sonlarına doğru, Afganistan işgaliyle başlayan ve bölgenin, emperyalist ve ziyonist çıkarlara göre  yeniden şekillendirilmesi, Irak işgali ve BOP pırojesi ile mesafe katetmiş ve gelinen noktada, vampir, lanetli, baş belası ziyonist izrail cani yönetimlerinin etrafında, Saddam ve Kaddafi’yi hunharca katlettikten sonra, izrail’e direnebilecek tek bir güç bırakmamışlar , İran üzerinden desteklenen ve ABD üssü bulunmayan( İran’dan sonra) ve  Hizbullah ile direnen  tek ülke  Suriye’yi de kan gölüne çevirerek, bölgede bu “habis uru” tek güç olarak bırakmışlardır.

              ABD desteği ile iktidar olan ve iktidarda durabilen tüm bölge ülkeleri, 1948’den beri İzrail katliam ve yayılmacılığına karşı toplanmakta (İİT öncülüğünde), kınamalar yapmakta, bir kısmı bağırıp çağırmakta, esip gürlemekte, ama her toplantılarının ardından izrail yeni katliamlar yapmakta, daha da yayılmaktadır.

                Daha birkaç ay önce İİT  İstanbul’da toplanmış, Kudüs’ün ziyonistlere başkent ilan edilmesini büyük kuru gürültülerle kınamış, toplantı sonunda Kudüs’ün yarısını da izrail’e vermeyi onaylamıştı.

                 Son katliamda da,  tamamı izrail’e başkent olan Kudüs için değil, katliam için yine toplanmış, kendi halklarının gazını alacak, sakinleştirecek, izrail’e yönelik öfkeye paratoner olacak yeni kuru gürültülere malik bir İİT ve liderleri fotoğraf çektirir halde görmüş olduk.

                 Sosyal basında, bu fotoğrafı da koyarak paylaşılan, “ Şu ‘mübarek’ insanlar, her izrail saldırısından sonra toplanıyorlar, kınıyorlar, topluca poz veriyorlar ve saraylarına dağılıyorlar” sözü, durumu açıkça ortaya koymakta, vaziyeti izah etmektedir.

                Tamamen toplumun gazını almaya, sakinleştirmeye, “bir şeyler yapar görünüp” tabanlarını kaybetmemeye yönelik siyasi atraksiyonlardan öte bir şey yok. “Kurtlarla beraber olup, beraber hareket edip, kuzularla ağlaşmak” şeklinde cereyan eden, sonuçsuz kınamalar.

                 Bu işleri çok iyi beceren bir siyasetçimize, bir izrail vahşetinden sonra ayaklanan Arap sokaklarının hemen akabinde  sorulan,” ‘Arap sokağı ayaklandı ama Türkiye sakin. Bizi, diğerlerinden ayıran ne?  Sorusuna: ‘Bizim verdiğimiz mesajlar var. Toplum bu mesajlara bakıyor. Sizin mesajınız yoksa ne oluyor? O zaman halk sokağa dökülüyor. Son 10 senede aşırılıklar törpülendi. Bir anlamda paratoner gibi olduk, gaz aldık.” cevabı, meseleyi bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.

                   Birçok kentte yapılan kınamalar da bundan farklı olmamakta, toplumun gazı alınmakta, sakinleştirilmekte, öfkenin deşarjı sağlanmakta, vicdanlar rahatlatılmakta ve her kınama etkinliğinden sonra, “vazifesini yapmış gibi olmanın rahatlığı ile” evlere dönülmekte, katliam unutulmakta, yeni katliamlar gelene kadar ses kesilmektedir. BU KATLİAM DA KISA SÜREDE UNUTULACAKTIR. UNUTULDU BİLE.

                   Bundan, “kınama etkinlikleri, pırotestolar yapmayalım, faydası yok” anlamı çıkarılmamalı, her katliamda bir kere ve birkaç gün yaparak, sonra unutacak şekilde değil, sürekli yaparak, devamlı gündemde tutacak şekilde olması sağlanmalı, bunu da devlet değil, STK’lar yapmalı, devlet  ise icraata geçmelidir.

                  Yani, STK’lar olarak (STK kaldıysa!) ziyonist izrail zulmü bitene kadar ayakta durulan, sürekli telin edilen bir kınama yoluna gidilmelidir.

                   Devlet ise, yaptırımlar üzerinde duracak, en azından, izrail vatandaşları ülkemize vizesiz girerken, bizim,  ziyonistlerce işgal edilmiş izrail  terör devletine vize ile girmemize izin vermeyecektir. Sadece bunu yapmamız, mütekabiliyet esasları, uluslar arası hukuk ve teamüller açısından da meşru olan  bir hakkımızdır. Diğer yaptırımlar ise hiç gündemde yok!