Tarihî olayların anlamı yalnızca yaşandıkları döneme ait değildir. Bazı zaferler vardır ki yankısı sadece o gün değil, gelecek yüzyıllarda da milletlerin benliğine yön verir. Kutü’l-Amâre Zaferi, işte böyle bir anlamı içinde barındırır. Ne yazık ki uzun yıllar hak ettiği önemi görememiş, zamanla kamu hafızasından silinmeye yüz tutmuştur. Ancak bugün, bu zaferi bir "unutulmuşluk" meselesinden ziyade, değerinin yeterince anlaşılmaması ekseninde ele almak daha doğru olacaktır. Çünkü Kutü’l-Amâre, bir askeri başarıdan çok daha fazlasıdır; bir milletin yokluk içinde gösterdiği direnişin, askeri dehasının ve birlik ruhunun yansımasıdır.

1916 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nın kızıştığı ve Osmanlı Devleti’nin birden fazla cephede mücadele ettiği zorlu bir süreçte kazanılan Kutü’l-Amâre Zaferi, Irak Cephesi'nde İngiliz ordusuna karşı verilen mücadelede ulaşılan büyük bir başarıdır. 29 Nisan 1916 tarihinde Osmanlı ordusu, General Charles Townshend komutasındaki İngiliz kuvvetlerini, Mezopotamya’da bulunan Kut kasabasında kuşatma altına alarak teslim olmaya mecbur bırakmıştır. Bu savaşta 6 general, 476 subay ve 13.609 (Bazı kaynaklar 18.000 olduğunu iddia eder) İngiliz askeri Osmanlı kuvvetlerine esir düşmüş, İngiltere için ağır bir prestij kaybı yaşanmıştır. 1500 yıllık İngiliz tarihinin belki de en ağır yenilgisi Kutü’l-Amâre savaşıdır.

Bu zaferi özel kılan unsurlardan biri, Osmanlı ordusunun içinde bulunduğu güçlüklerdir. Lojistik destekten yoksun, tükenmiş bir imparatorluk ordusu, disiplin, kararlılık ve savaş stratejisiyle, dönemin en donanımlı kuvvetlerinden birini mağlup etmeyi başarmıştır. Bu başarıda Halil Kut Paşa’nın askerî öngörüsü, Sakallı Nurettin Paşa’nın cephe yönetimindeki başarısı ve sayısız isimsiz kahramanın fedakârlığı önemli rol oynamıştır. Savaş meydanında kazanılan bu zafer, yalnızca düşmana karşı değil, imkânsızlıklara karşı da verilmiş bir mücadeledir.

Bugün gelinen noktada, bu zaferin tarih kitaplarında yeterince yer bulmaması, eğitim sisteminde sınırlı şekilde anılması, bizleri tarihimizle bağ kurma konusunda eksik bırakmaktadır. 1952 yılına kadar Türkiye’de çeşitli törenlerle anılan Kutü’l-Amâre Zaferi, bu tarihten sonra siyasi ve diplomatik nedenlerle gündemden çıkarılmıştır. İngiltere karşısında kazanılan bu zaferin kamusal alanda anlatılmasını gölgede bırakmıştır. Bir başka görüşe göre ise, İngilizler bu zaferin anılmaması ve gündemden düşmesi konusunda o günün hükümetine baskı kurmuşlar. Ancak tarih, siyasi konjonktürün dışında bir gerçekliktir. Zaferler, diplomatik dengeye kurban edilemeyecek kadar kıymetlidir.

Bu noktada önemli olan, geçmişte alınan kararları sorgulamak değil, bugünün bilinciyle bu tarihî başarıya yeniden değer biçmektir. Çünkü bu zafer yalnızca Osmanlı ordusunun başarısı değil; aynı zamanda bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin de tarihsel hafızasının bir parçasıdır. Bizler, bu başarıya sadece bir nostaljiyle değil, bugünün sorunlarına ışık tutacak bir miras olarak bakmalıyız. Kutü’l-Amâre, imkânsızlıklar içinde birlik olan, azimle mücadele eden ve sonunda başarıya ulaşan bir millet örneğidir.

Bir milletin tarih bilinci, yalnızca anma törenleriyle değil; zaferlerini anlamlandırması ve içselleştirmesiyle güçlenir. Bugünün genç nesilleri, sadece Çanakkale’yi değil, Kutü’l-Amâre gibi diğer büyük başarıları da bilmeli, o mücadele ruhunu tanımalıdır. Zaferlerin arkasındaki kahramanlar tanıtılmalı, sadece komutanlar değil, sıradan askerlerin hikâyeleri de anlatılmalıdır. Yakın zamanda TRT’nin bu savaşla ilgili çekmiş olduğu dizi, bu büyük zaferin günümüz gençliğine güzel bir tanıtım olduğunu düşünüyorum. Çünkü tarihin gerçek kahramanları yalnızca üst düzey yöneticiler değil, onların yanında canını feda eden isimsiz milyonlarca kahraman vardır. Hiçbir zafer veya mağlubiyeti tek bir komutana mal etmeyi de doğru bulmuyorum. Bir komutanın sorumluluğu tabi ki en ağır sorumluktur. Ancak geriye doğru bakarak mermi taşıyan, mermi atan, kılıç sallayan, lojistik destek sağlayan da o savaşta bir pay sahibidir.

Bu büyük zaferin hemen ardından komutan Halil Paşa askerine yaptığı konuşmanın bir bölümünde “……Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada görüyoruz.” diyerek askerlerini onurlandırmıştır.

Her yıl 29 Nisan’da yapılabilecek etkinlikler, sosyal medya paylaşımları, belgesel projeleri ve eğitim materyalleri ile Kutü’l-Amâre Zaferi kamuoyuna yeniden kazandırılmalıdır. Bu zaferin Çanakkale gibi toplumsal hafızada yer edinmesi, tarihimize karşı olan borcumuzun bir parçasıdır. Yıkılmak üzere olan bir devlerin böyle bir zaferi yaşaması o gün büyük bir sevinçle karşılanırken, torunları olarak bizler Kut’u harita üzerinde dahi gösteremez bilinçsizlikteyiz. Sadece geçmişi öğrenmek için değil; geleceği özgüvenle kurabilmek adına da bu tür muzafferiyetlerin, kahramanların bilinmesi şarttır.

Kutü’l-Amâre Zaferi ne bir tesadüf ne de geçici bir başarıdır. Bu zafer, Allah’ın yardımı ve inayetiyle askerî gücün ötesinde bir zaferdir. Zor şartlar altında yaşan mücadelesi veren milletin direncini, inancını ve kararlılığını temsil eder. Bugün bizlere düşen görev, bu zaferin değerini kavramak, o mücadeleyi geleceğe taşımak ve tarihimizle bağ kurmaktır. Çünkü kendi tarihinin kıymetini bilen milletler, geleceğe daha güçlü adımlarla yürürler.