Hayatı öylesine hızlı yaşamaya devam ediyoruz ki, artık kendi kendimize durup düşünemez hale geldik. Elimizdeki cep telefonları, önümüzdeki bilgisayarlar ve her geçen gün bizi biraz daha kuşatan teknolojik imkânlar, yaşam hızımızı katbekat artırdı. Ancak bu hızın bedelini ruhumuzla, bedenimizle ve ilişkilerimizle ödüyoruz.
Artık tefekkür etmiyoruz. Kendimizi dinlemeyi, iç dünyamıza dönmeyi unuttuk. Vücudumuzu dinlendiremez hale geldik. Bir yaz dönemi daha geride kaldı; herkes nerelere gittiğini, hangi tatili yaptığını anlatıyor. Oysa tatil başka, dinlenmek bambaşka bir şeydir. Dinlenmek; yalnızca bedeni değil, zihni ve ruhu da huzura erdirmektir.
O kadar hızlı yaşıyoruz ki, hayattan lezzet almayı da unuttuk. Yemeklerimizi bile hızlıca yiyoruz, sanki bir yarış içindeymişiz gibi. Arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetler bile kısa ve yüzeysel hale geldi. Kendi ailemizle konuşmalarımız birkaç cümleye sığarken, birlikte vakit geçirme alışkanlığımız neredeyse kalmadı. Eskiden keyifle yapılan seyahatler, artık “vakit kaybı” olarak görülüyor. Oysa tüm bu küçük anlar, hayatın lezzetini veren detaylardı. Biz hızlandıkça, hayatın tadı azaldı.
Ben, insanların artık gün içerisinde bile dinlenmeyi unuttuğunu düşünüyorum. Oysa Allah, bize dinlenmemiz için geceyi yarattı. “Uyuyun, vücudunuzu dinlendirin” diye buyurdu. Fakat biz, bu hızlı hayatın, yoğun iş temposunun ve ekonomik kaygıların arasında öylesine kaybolduk ki; ne kendimizi dinleyebiliyoruz, ne vücudumuzu dinlendirebiliyoruz, ne de eşimize dostumuza, akrabamıza vakit ayırabiliyoruz.
Sosyalleşmek neredeyse lüks hâline geldi. Günlerimiz ekrana bakarak geçiyor; ama kimsenin gözlerinin içine bakamıyoruz. Kalabalıklar içindeyiz ama her geçen gün biraz daha yalnızlaşıyoruz. Sosyalleşememenin sebeplerini farklı mazeret üreterek kendimizi avutuyoruz. Yakın geçmişte yaşanan salgın hastalık belki de sığındığımız en büyük mazeret limanı oldu. Bu gidişat böyle devam ederse, hayattan lezzet almadan, ruhen yorgun ve bedenen tükenmiş bir şekilde göçüp gitmemiz kaçınılmaz.
Gelecek nesillerin tek derdi kazandıkları veya kazanacakları para, sahip oldukları eşyalar olacak gibi görünüyor. Arkadşlık, dostluk sevgi ve saygı içerisinde yapılan sohbetler her geçen gün azalıyor. Oysa asıl mesele, dünyaya neden getirildiğimiz, kulluk vazifelerimiz, nasıl yaşadığımız ve ne kadar huzurlu olduğumuzdur. Hızla koşarken yönümüzü kaybediyoruz. Belki de artık biraz yavaşlamanın, derin bir nefes almanın ve yeniden düşünmenin vaktidir. Çünkü insan, ancak durduğunda gerçekten görebilir; düşündüğünde hissedebilir, dinlendiğinde ise yeniden yaşayabilir.