Trafik, aslında bir ülkenin kültürünün küçük bir yansımasıdır.
Nasıl ki bir şehirde insanların birbirine “kolay gelsin” demesi, kaldırımda birbirine yol vermesi bir nezaket göstergesiyse; direksiyon başında da benzer bir ahlak anlayışı geçerli olmaya başladı.
Ama ne yazık ki ülke yollarımızda korna sesleri nezaketin yerini aldı, ışıkta beklemeyi sabırsızlık, yavaş sürmeyi zayıflık, hatta “yol vermeyi” bile bir aşağılanma sayan bir anlayış yayılıyor.
Oysa yol vermek, bir kayıp değil, bir kazanımdır. Çünkü saygı gösterdiğin kişiyle birlikte, kendi insanlığını da yüceltirsin.
Ama bugünün trafiğinde insanlar adeta “kim önce geçecek” yarışına girmiş durumda. Sanki bir an önce birkaç saniye kazanmak, hayatın tüm kayıplarını telafi edecekmiş gibi.
Bir düşünelim; Küçücük bir korna, yanlış anlaşılan bir bakış, ani bir fren…
Bir anda öfke patlamasına dönüşüyor. Oysa belki de karşındaki insanın dikkati dağılmıştı, belki yorgundu, belki çocuğu hastaydı. Ama biz artık karşımızdakine bu insani ihtimalleri tanımıyoruz. İlk tepkimiz saldırmak, bağırmak, kornaya basmak, camdan yumruk sallamak oluyor.
Bu öfke hâli, sadece trafikte değil, hayatın geneline sinmiş durumda. Trafik, bu gerilimin sadece en görünür yüzü. Ve ne acıdır ki, kimi zaman bu gerilim araçtan inerek saldırmalara, kavgaya ve bazen de ölümle sonuçlanıyor.
Basit bir “sen yol vermedin” tartışmasının ardından yaşanan bıçaklama, darp, silahlı saldırı haberleri artık sıradanlaştı. Bu sıradanlaşma, aslında insan hayatına verilen değerin sıradanlaşması demek. Bu açıdan yaşananlara bakacak olursak hepimiz kendimiz sorgulamalıyız. Hiçbirimiz bundan müstağni değiliz. Trafikte Saygı, Kemer Gibidir, Hayat Kurtarır
Her birimiz trafik hakkında konuşurken emniyet kemerinin öneminden bahsederiz. Ama hiç birimiz “saygı kemeri” nden söz etmeyiz. O görünmez kemer, (saygı kemeri) en az diğeri kadar hayat kurtarıcıdır.
Bir sürücü, karşısındaki insanın da bir can taşıdığını, onun da evinde bekleyenleri olduğunu, onun da hata yapabileceğini hatırladığı anda zaten birçok felaketin önüne geçilir. Saygı, sadece yol hakkı vermek değildir; empatiyi de beraberinde getirir.
Kırmızı ışıkta beklemek, sinyal vermek, park ederken diğerinin yolunu kapatmamak, hepsi birer saygı göstergesidir. Ancak bugün bakıyoruz ki, trafik kurallarını çiğnemek bir meziyet, “benim işim acil” bahanesiyle geçiş üstünlüğü kurmak bir özgüven göstergesi sayılıyor. Bu zihniyet, toplumsal bir çürümeyi de beraberinde getiriyor.
Trafikte yaşanan şiddet olaylarına karşı cezalar ne yazık ki çoğu zaman yeterince caydırıcı değil. Son günlerde mecliste bekleyen ceza yasası ben dahil hiç birimizin hoşuna gitmese de yaptıklarımız bu kanunları beraberinde getirdi diyebiliriz. Böyle ağır cezayı kim görmek ister. Ama artık öyle küçük bedeller ödeyerek kurtulamayacağımız kesin.
En modern otoyollar, en gelişmiş araçlar bile, içinde öfke taşıyan bir sürücünün elinde ölüm makinesine dönüşebiliyor. Trafik eğitimlerinde sadece direksiyon hâkimiyeti değil, öfke kontrolü de öğretilmeli. Ehliyet sınavlarında sadece araç kullanmak değil, toplumla birlikte yaşayabilme becerisi ölçülmeli.
Sabır, artık trafikte en çok ihtiyaç duyduğumuz yakıt.
Bir saniye daha beklemek, bir araç daha geçsin diye yavaşlamak, bir tartışmayı büyütmeden gülümsemek… Belki de binlerce hayata bedel bir erdemdir bu.
Elbette sadece vicdana ve saygıya bırakmak yeterli değil. Çünkü toplumda bir düzenin sağlanması için adaletin caydırıcılığı da şart.
Bugün bir sürücü, kırmızı ışıkta geçip başka birinin hayatını riske attığında alacağı cezanın ciddiyetini bilmezse, aynı suçu tekrar işler.
Ya da trafikte birine saldırıp birkaç gün sonra elini kolunu sallayarak dışarı çıkabiliyorsa, bu sadece o olayı değil, toplumun genel güven duygusunu da zedeler.
Oysa bazı katı trafik kuralları olan ülkelerin örneklerini görüyoruz:
Birine fiziki saldırıda bulunan, araçla tehdit eden ya da “yol kesme” eyleminde bulunan bir sürücü, sadece ehliyetini değil, yıllarca özgürlüğünü de kaybedebiliyor.
Çünkü orada “trafik suçu” değil, “insan hayatına kast” olarak değerlendiriliyor.
Bizde çıkacak olan bu yasa ile bu cezaları düşünerek hareket etmek zorunda kalacaz.
Yollarda Büyüyen Nefret, Evlerde Büyüyen Çocuklar
Trafikte yaşanan bir tartışmayı çoğu zaman çocuklar da görüyor.
Arka koltukta oturan bir çocuk, babasının veya annesinin öfke dolu bir bağırışına tanık olduğunda, aslında sadece bir anlık bir kavga değil, bir karakter dersi alıyor.
O çocuk, büyüdüğünde sabır yerine öfkeyi, saygı yerine saldırıyı öğrenmiş oluyor.
Yani trafik sadece bir ulaşım alanı değil, bir ahlak sahnesidir.
Orada nasıl davrandığımız, çocuklarımızın nasıl insanlar olacağını da belirliyor.
Bu yüzden direksiyon başında sadece kendi canımızdan değil, geleceğimizden de sorumluyuz. Çözüm sadece trafik cezalarında değil, kültürel bir dönüşümde yatıyor.
Medya, eğitim kurumları, sivil toplum kuruluşları, hatta din adamları bile bu konuda daha etkin bir rol üstlenmeli. Trafik güvenliği sadece polis kontrolüyle değil, vicdan kontrolüyle sağlanabilir. Eğer çocuklarımıza “saygı”yı yeniden öğretirsek, bir gün yollarımızda da nezaketin rüzgârı eser.
Unutmayalım; trafikte kimse kral değil, kimse köle de değil. Hepimiz aynı yolu paylaşıyoruz. O yol, sabah işe giden bir babanın, akşam evine dönen bir annenin, okula giden bir çocuğun, ambulans bekleyen bir hastanın yolu… Ve bu yolu güvenli kılacak tek şey; saygı. Hepsinden önce, kalplerimizdeki kornayı susturmalıyız. Birbirimizi yenerek değil, anlayarak ilerlemeyi öğrenmeliyiz.
Çünkü saygı kaybolursa, yol bitmez sadece karanlıklaşır. Cezaların ağırlaşması herkesin beklentisi haline gelir.
Kaynak: YENİ SAKARYA GAZETESİ