Bazen eski bir fincan, yıllar önce dinlediğimiz bir şarkı kadar duygulandırır bizi. Bir tişört, bir fotoğraf, bir mektup… Elimize aldığımızda geçmişin kokusu gelir burnumuza. O an birden duygular canlanır; birini, bir zamanı, bir hissi hatırlarız. İşte bu yüzden bazı eşyaları atmak bize “ihanet ediyormuşuz” gibi gelir.

Aslında bu durumun adı var: duygusal bağlanma nesneleri. Psikolojiye göre insanlar sadece kişilere değil, onları hatırlatan nesnelere de bağlanır. Çünkü zihnimiz, sevdiğimiz kişileri ve yaşadığımız duyguları, bazen bir eşyada saklayarak kendini korumaya çalışır. Bu bir tür savunma mekanizmasıdır bizi geçmişin duygusal boşluğundan korur.

Birçok insan, kayıp yaşadığında ya da hayatında bir dönüm noktasına geldiğinde o döneme ait bir eşyayı tutar elinde. Bu eşyalar, kısa vadede bize rahatlık ve süreklilik hissi verir. Ancak zamanla bu bağ ağırlaşmaya başlar. Çünkü geçmişi hatırlatan her obje, aynı zamanda henüz tamamen vedalaşamadığımız duyguların da temsilcisi olur. Bir fincan artık kahve anılarını değil, özlemi çağrıştırır. Bir tişört birini hatırlatır, bir not kâğıdı söylenmemiş sözleri… Ve biz farkında olmadan, eşyalar aracılığıyla geçmişi tekrar tekrar yaşarız.

Zaman geçtikçe o eşya sadece bir anıyı değil, bir duygusal yükü de taşımaya başlar. O fincan artık bir hatırayı değil, özlemi hatırlatır. O tişört, kaybın ya da kırgınlığın sembolüne dönüşür. Kısacası, bazen eşyaları biz taşımayız; onlar bizi taşır, hatta yere bastırır.

Oturumlarda sıkça duyarız: “O eşyayı atarsam sanki onu tamamen kaybedeceğim.” Oysa anılar, bir kutunun içinde değil, bizim içimizde yaşar. Bir eşyayı bırakmak, o kişiyi ya da o zamanı silmek değildir. Tam tersine, anının yerini kabul etmek ve bugüne daha sağlam adımlarla ilerleyebilmektir. Geçmişle bağ kurmak sağlıklıdır, fakat o bağı bugüne taşımak her zaman kolay değildir. Eşyalar bazen geçmişin köprüsü olur, bazen de yükü.

Bu yüzden kendimize şu soruyu sormak işe yarar: “Bu eşyayı saklamak bana iyi geliyor mu, yoksa sadece geçmişi tutmak için mi tutuyorum?” Eğer cevap ikinciye yakınsa, artık vedalaşmanın zamanı gelmiştir. Çünkü bazı anılar kalpte yaşadığında daha hafiftir.

Hatırlamakla tutunmak aynı şey değildir. Hatırlamak, geçmişi onurlandırmaktır. Tutunmak ise geçmişte kalmaktır. Gerçek iyileşme, bir eşyayı değil, o anının bizde bıraktığı duyguyu koruyabildiğimizde başlar. Bazen bir teşekkürle, bazen bir vedayla…

Kaynak: YENİ SAKARYA GAZETESİ