Ekonominin ağırlığı her geçen gün biraz daha omuzlarımıza çökerken, toplumun ruhuna sinen yorgunluk artık saklanamaz bir boyuta ulaştı. Bir zamanlar umutla kurulan cümleler, yerini iç çekişlere, sessiz tepkilere ve derin bir kaygıya bıraktı. Herkes çalışıyor, çabalıyor, didiniyor; fakat alınan ücret her yıl, hatta her ay biraz daha değersizleşiyor. İhtiyaç duyduklarımızın fiyatı artarken, insanların sabrı ve dayanma gücü aynı hızla azalıyor. Bu tablo sadece bir ekonomik sıkışmışlık değil; aynı zamanda toplumsal dokuyu kemiren bir ahlak aşınmasıdır. Yaşanan ekonomik darlık bazen karakter zafiyetlerini de doğuruyor.

Bugün yaşadığımız ekonomik dalgalanmalar, elbette ki zorlayıcı. Ancak asıl yıpratıcı olan, bu dalgaların kıyıya değil, doğrudan insanın karakterine, ahlakına, vicdanına çarpıyor olmasıdır. Çünkü geçim derdi insanı hayata bağlayan bir ihtiyaçtır; fakat artık sadece bağlamıyor, esir alıyor. İnsanlar ayakta kalabilmek uğruna eskiden tereddüt bile etmeyecekleri bazı değerleri göz ardı etmek zorunda hissediyor. “Helal-haram bellidir” diyen bakış, “Bu zamanda ancak böyle oluyor” cümlesine dönüşüyor. İşte asıl kırılma burada başlıyor. Dile getirmesek te ahlak Erozyona Uğruyor.

Bugün toplumun hemen her kesiminde gözle görünür bir değişim yaşanıyor. Ahlakın yerini pratik çözümler, vicdanın yerini kâr hesabı almaya başladı. İşine özen gösteren, emek veren, hassasiyet taşıyan insanlar bile artık “kimse hakkını vermiyor” düşüncesiyle isteksizleşiyor. Diğer tarafta ise çalışanının emeğinden kısmayı normal gören, kendi kazancını artırmak için başkasının alın terine tecavüz eden bir anlayış yayılıyor. Bir zamanlar iş teslim edilirken “Allah bereket versin” diye verilen dua, bugün “Ne olursa olsun, yeter ki çıksın” çizgisine çekilmeye çalışılıyor. Bu sadece ticarette değil; hizmette, sanayide, tarımda, hatta komşuluk ilişkilerinde bile kendini hissettiren bir zafiyet. Kimisi emeğini azaltarak hatalı iş çıkarıyor, kimisi emeği eksilerek ödenmiş emeği eksik ödüyor. Kiminin ürettiği değer çalınıyor, kiminin emeği görmezden geliniyor. Tüm bu bireyselleşme düşüncesi ve şahsiyet bozulmalarınıntoplamı ise toplumun en hayati damarı güveni ortadan kaldırıyor.

Her zaman dile getirilen Güven, bir toplumun mayasıdır. Maya bozulduğunda hamur tutmaz. Bugün en büyük kırılma, ekonomik kayıplardan çok güven kaybında yaşanıyor. Bireyselleşme artıyor toplumsal yıkım başlıyor, İnsanlar birbirine iyi niyetle yaklaşamaz hâle geliyor. Bir hizmet aldığınızda “Acaba kandırılıyor muyum?” diye düşünmek, artık istisna değil, neredeyse standart bir refleks oldu. Esnaf, müşteriye; işveren, çalışana; çalışan, işverene; vatandaş, yöneticilere; hatta komşu komşuya şüpheyle bakıyor. Bu güvensizlik yalnızca insanların cebini değil, gönlünü de yoksullaştırıyor.

Güven duygusu yok olduğunda toplumsal birlik dağılır, dayanışma zayıflar, insanlar bir arada yaşamaya rağmen bir arada hissetmez. Ekonomik krizler gelip geçer; fakat zarar gören güven geri kazanılmadığında, en sağlam görünen yapılar bile içten içe çürümeye başlar. Ekonomi ne kadar zor olursa olsun, emekten çalmak da, emekçiyi istismar etmek de haksızlığın farklı şekilleridir. Bugün rüzgâr sert esiyor olabilir; fakat rüzgârın sert esmesi, ahlaktan ödün vermeyi meşrulaştırmaz.

Çalışanın hakkını zamanında vermemek hırsızlıktır. Yapılan işin değerini bilerek düşük göstermek kul hakkıdır. Ürünü, hizmeti veya bilgiyi olduğundan eksik sunmak insanı insan yapan vicdana zarar verir. Ekonomik gerekçeler üzerinden ahlaki değerleri esnetmek, sadece bugünü değil, gelecek kuşakları da etkiler. Çünkü çocuklar, gençler ve yarının yetişkinleri bugün gördüklerini yarın uygulayacaklardır. Onlara doğruyu göstermek, ancak bugün doğru olanı yapmakla mümkündür.

Toplumsal Çürüme Sessiz İlerler. Toplumlar bir anda çökmez. Yıkılış önce vicdanlarda başlar, sonra davranışlara sirayet eder, ardından ilişkileri bozar. Bu bozulma dalga dalga yayılır; önce küçük bir alanda duyulur, sonra geniş bir toplumsal gerçekliğe dönüşür. Bir toplumun çöküşü ekonomik krizle değil; ahlakın zayıflamasıyla, değerlerin aşınmasıyla, insanların birbirlerine olan saygıyı ve güveni yitirmesiyle başlar.Bugün yaşadığımız sıkıntıların önemli bir bölümü, ekonomik olduğu kadar ahlaki bir meseledir. Gittikçe büyüyen bu ahlaki zafiyet, toplumun en sağlam yapılarında bile çatlaklar oluşturuyor. Bu yüzden çözüm, sadece ekonomik politikalarla değil; toplumsal vicdanı yeniden diriltecek adımlarla mümkün olabilir.

Ahlakı Yeniden İnşa Etmek Peki çözüm nedir? Öncelikle herkesin bulunduğu yerden, yaptığı işten, üstlendiği görevden başlayarak dürüstlüğü yeniden hayatının merkezine koymasıdır. Ne iş yaparsak yapalım, işin hakkını vermek zorundayız. Hakkı olanın hakkını eksiksiz, zamanında ve gönül rahatlığıyla teslim etmekle yükümlüyüz.

Herkes kendi dairesinde dürüst davransa, helal kazanca sadakat gösterse, kul hakkından uzak dursa, güven duygusu yeniden güçlenmeye başlar. Kısaca yaşanan zorlukların panzehiri sadece para değil; ahlak, adalet ve insaf duygusudur.

Unutmayalım: Ahlaksızlıkla abad olunmaz, huzur bulunmaz. Kolay kazanç; kolay kaybettirir. Haksız kazanç; haysiyeti aşındırır. Emek çalmadan, hakkaniyeti bozmadan, helale tutunmadan gerçek bir toplumsal birlik sağlanamaz.

KAYNAK: YENİ SAKARYA GAZETESİ