- İstanbul’u kim fethetti?

- Edirne!

- Aferin. Edirne’yi kim fethetti?

- Bursa!

- Otur, sıfır!

Olay tam da budur işte. Budur, bu kadardır, buncadır.

Yedi asırlık başkentlerimizi bir sayalım bakalım? Her yüz kişiden doksan dokuzunun cevabı şöyledir: Söğüt, Bilecik, Bursa, Edirne, İstanbul, Ankara!

Otur, sıfır!

Bir şehir düşünün; dokuz sene Osmanlı’ya başkentlik etsin, Edirne’yi fethetsin, Kızıl Deli Sultan onun bağrında olsun, altı buçuk asırlık yağlı güreş olimpiyatımız olan meşhur Kırkpınar’ımız onda bulunsun. Ama kimse adını, sanını bilmesin. Bundan büyük cinayet var mıdır?

Yoktur!   

Âh ki âh bize. Vah ki vah bize. Âhlar vahlar bize.

Acı ama gerçek. Tarihine bizim kadar ilgisiz başka bir millet var mıdır, bilemem.

- Fahri’ciğim senden bir ricam var!

- Buyur ablacığım.

- Beni dedemin memleketine bir kerecik olsun götürür müsün?

- Tabii ki Ümit abla. En yakın zamanda. Ne zaman istersen.

 Türk düşüncesinin Everest’i merhum Cemil Meriç’in kızı, Prof. Dr. Ümit Meriç ile konuşmamızdan bir bölüm takdim ettim sizlere.

Artık yetti gari. Açıklıyorum:

Sözünü ettiğim kayıp başkentimiz adı Dimetoka.

Cemil Meriç’in dede/baba memleketi Dimetoka.

Nazlı Dimetoka’sın. Şirin Dimetoka’sın. Ve tabii ki şimdilerde mahzun Dimetoka’sın. Zira 1912’den beri Yunan ellerindesin. Edirne’ye kırk kilometre, iyi bağırsan duyulacak mesafedesin, biliyorum. Biliyoruz.  

Murad Hüdavendigâr’ın fethettiği, Yıldırım Beyazıt’ın şehrettiği, Fatih’in oğlu İkinci Beyazıt’ın doğduğu şehirsin sen Dimetoka.

Hâlâ Rumeli’nin en büyük camii sendedir. Yıldırım’ın başlayıp oğlu Çelebi Mehmet’in 1421’de tamamladığı en zarif mabet sendedir.

Defalarca geldim, ziyaret ettim seni. Bazen yalnız, bazen dostlarımla.

Her defasında hüsnü kabul gösterdin.

Sardın sarmaladın bizi.

Edirne’ye, İstanbul’a, Bursa’ya, Bilecik’e, Söğüt’e, Ankara’ya, Konya’ya, Sivas’a, Erzurum’a, Van’a İsfahan’a, Bakü’ye, Taşkent’e, Buhara’ya, Hoca Ahmed Yesevi şehri Türkistan’a selâm gönderdin hep. Filibe’ye, Selanik’e, Şumnu’ya, Köstence’ye, Gagauz Eli’ne, Kırım’a, Üsküp’e, Prizren’e, Manastır’a, Resne’e, Ohri’ye, Berat’a, İşkodra’ya, Budva’ya, Mostar’a, Saraybosna’ya gönderdiğin gibi.

Sesinde unutulmuşluğun, terk edilmişliğin, bırakıp gidilmişliğin tınısı vardı, farkındaydım. Bir inkisarı, bir hayal kırıklığını okudum alnındaki çizgilerde. Gözlerinin feri güçsüzdü, ne kadar gizlemeye kalksan da. Minarelerinde baykuşlar yuva yapmıştı maalesef, gördüm. Gördü bu gözler.

Kızıl Deli Sultan’ın dergâhından hu hular, Kırkpınar çayırından cazgırların Allah Allahları, güreşçilerimizin mert sesleriyle attıkları davran hayde bre pehlivan naraları yükselmiyordu. İşitti bu kulaklar.  

İlbey’in şehrisin sen. Gülbey’in şehrisin sen. Beylerin şehrisin.

Medreseler şehrisin. Kadılar şehrisin.

Simavna kadısı Bedrettin de sendedir, sendendir, sencedir.

Cemil Meriç’in dedesi Kadı Hüseyin de.

Seni seviyoruz Dimetoka. Hem de çok.

Üzülme, geleceğiz geri. Söz. Delikanlı sözü.

Muhammed sözü, Mehemmet sözü, Mehmet sözü.

Türk sözü, Müslüman sözü.

Şanın, namın yürüyecek yine. Eller üstünde tutulacaksın, diller üstünde yürüyeceksin yine şiirlerce, satırlarca, bestelerce.

Ardına kubbeler serpen akıncıların, dönecek bir gün sana.

Şeref sözü. Üç vakte kadar sendeyiz.

Tan yeri ağarmaya başladı, bak. Ezanı Muhammedi okundu okunacak.

Namazı eda edip yola çıkacak sana doğru, kınalı kuzuların.

Vuslat yakındır inşallah, kalbi kırık, mahzun başkent.

Azıcık daha sabır.

İyi bilirsin; sabrın sonu selamettir.