“Eğer kadınlar size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.” Nisa, 34
Aile içinde barış ve huzurun yollarından biride eskide kalması gereken şeyleri yeniden gündeme getirmemektir.
Zemahşeri Tefsirinde yazar ki: “Aleyhlerinde yol aramayın” ayeti nüşûzu bırakıp itaat ve inkıyada döndükleri takdirde onlara kötü davranarak, azarlayarak, incitip suçlayarak saldırmayı bırakın, tevbe ve özür]lerini kabul edin, yaptıklarını yapmamış gibi kabul edin. “Allah gerçekten yücedir, büyüktür.” Dolayısıyla O’ndan çekinin ve şunu bilin ki O’nun gücü sizin idareniz altındaki kimselere olan gücünüzden çok daha fazladır.
Rivayete göre Ebû Mes‘ûd el-Ensārî, bir köleyi dövmek için kamçısını kaldırmış, o anda Resûlullah onu görmüş ve haykırmış: “Ne yapıyorsun Ebû Mes‘ûd!? Senin ona gücün yetiyorsa, Allah’ın sana daha fazla gücü yeter!” Bunun üzerine kamçısını attı, köleyi de azat etti [Müslim, “Birr ve Sıla”, 34; benzer lafızlarla]. Ya da “Allah gerçekten yücedir, büyüktür” yani şanının yüceliğine ve otoritesinin büyüklüğüne rağmen siz Allah’a isyan ediyorsunuz fakat sonra tövbe edince tövbenizi kabul ediyor. Bu bakımdan, size karşı suç işleyenler sizden af dilediklerinde sizin haydi haydi affetmeniz gerekir.”
Elmalılı Tefsiri: “Binâenaleyh size itaat ederlerse artık taarruz için aleyhlerinde vesile aramayınız ve vâki olan kusurlarını olmamış gibi addediniz. Çünkü günahtan tevbe eden günahı olmayan gibidir: َ Herhâlde şunu muhakkak bilmeli ki Allah teâlâ pek yüksek ve pek büyüktür. Binâenaleyh Allah’tan korkunuz da kadınlara karşı size vermiş olduğu kuvveti sû’-i istimâl etmeyiniz, Allah’ın size karşı kudreti sizin kadınlara karşı kuvvetinizden çok yüksektir. Ve sizin Allah’a karşı günahlarınız kadınların size karşı günahlarından daha çok ve daha hadnâşinâsâne olduğu hâlde Allah sizin tevbelerinizi kabul ve seyyiâtınızı affederken size itaat eden zevcelerinizin vâki olan kusurlarını nasıl affetmezsiniz ve nasıl olur da onlara taarruz için vesile arar durursunuz? Diğer bir mâna ile: Allah zulümden ve haksızlıktan müteâlî bir sâhib-i kibriyâdır. Binâenaleyh O’nun ulüvv-i şân ve kibriyâsı karşısında zulümden, haksızlıktan, sadakatsizlikten, terbiyesizlikten, vazifelerinizi sû’-i istimâl etmekten son derece sakınmalısınız”
Aile içinde sulhu tavsiye ve emir eden ayeti kerimeler sulh sonucunda tekrar eski patırtı ve gürültüye dönülmemesi gerektiğini öğretir. Maalesef bazı Müslüman erkekler kadınlara hem şiddet ve hem de geçmişte kalan olayları hatırlatıp intikam almaktadırlar. Allah Teâlâ Nisa suresinde ki ayette “Dinledikleri halde incitmeye vesile aramayın” emrini vermekte ve yanlış amelden bizi korumaktadır.
SİYASET PRAGMATİST/FAYDACI Mİ?
Yapay Zekaya sordum: “Siyaset genellikle pragmatisttir. Siyasi aktörler, ideolojik duruşlarına bağlı kalsalar da, çoğu zaman güç, oy, kaynak veya istikrar gibi pratik hedeflere ulaşmak için esneklik gösterirler. Pragmatizm, karar alma süreçlerinde realpolitik yaklaşımlarla, ittifaklarla veya uzlaşmalarla kendini gösterir. Ancak, bu durum her zaman geçerli değildir; bazı siyasi hareketler veya liderler ideolojik saflığı pragmatizme tercih edebilir. Bağlama göre değişir.” “Bukalemun’ özelliği taşıyan bir düşünce, kültür ve siyaset geleneği olarak kabul edilmiştir.”
Cumhuriyet döneminin tüm siyasileri pragmatisttir. Kurucu ideoloji ve şahıslar bir asırdır pragmatist davranmışlardır. Bu davranışları politikalarında zikzaklara vesile olmuştur. Asla ilkeli durmamışlar söylem ve eylem farklıdır. Tercih etmedikleri hayatı tebrik ettiklerini görürsünüz. Hedefleriyle halleri birbirine uymaz. Kullandıkları dil sandığa kadar faklı, sandıktan sonra ise daha çok faklıdır. Parti isimleri dahi dönemin ihtiyaçlarına göre konur ama belki de o isimlere en uzak olanlar o ismi taşıyanlardır.
Atatürk, Anadolu topraklarının düşman işgalinden kurtarılmasını amaçlayan Millî Mücadele’yi yürütürken, “ulusal menfaatler” uğruna farklı gruplarla ittifak yapmış; ancak zafere ulaşılmasını takiben ortaya çıkan yeni şartlar neticesinde bu gruplar tasfiye edilmişlerdir. Millî Mücadele’de İslâm’dan bir “araç” olarak faydalanılmış; ancak Cumhuriyet’in ilanından sonra -üstelik zaman zaman sert şekilde- tatbik edilen lâik reformlarla Kemalizm’in kendi otoritesine ve modernlik telâkkisine bir “rakip” olarak gördüğü İslâm’ın kamusal alandaki varlığına darbe indirilmiştir. Yine, kendilerine duyulan ihtiyaç bağlamında Millî Mücadele’deki “geniş ittifakın” bir parçası olan Kürtler, Cumhuriyet’in ilanının ardından homojen bir ulus-devlet inşasında her türlü etnik azınlığın reddedilmesi bağlamında yok sayılmışlardır. Bizzat Atatürk’ün yazışmalarında kendilerinden “vatanın aslî bir parçası” olarak bahsedilen Kürtlerle kurulan iyi ilişkiler, 1923 sonrasında -ve bilhassa Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra- bozulmuş; ırkçı yönü ağır basan 1930’lu yılların tarih ve dil tezlerinin de etkisiyle Kemalist rejimin Kürt ırkının varlığını topyekûn olarak reddetmesine varan bir tutuma dönüşmüştür. Gene Millî Mücadele esnasında SSCB’nin yardımını kazanmak amacıyla -resmî bir komünist partisi kurulmasına varıncaya değin- içeride sol ideolojilere gösterilen müsamaha yerini, Cumhuriyet’in ilânından sonra -kanunî engellemelerin yanında çeşitli komünist tevkifatlarıyla da- sol ideolojilerin ezildiği bir sürece bırakmıştır. Cumhuriyet’in ilanını takiben “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle” düsturundan hareket edilerek sol ideolojiler bastırılmış; Millî Mücadele’de kimi zaman vurgulanan “anti-kapitalist” söylem terk edilerek, Osmanlı devrinden devralınan sınıfsal kompozisyona dokunulmamıştır. “KEMALİZM’İN PRAGMATİK KARAKTERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME Arda GÖBEL”