Biz hikmet yani anlam medeniyetinin çocuklarıyız. Akıl, bilim ve merhametin aynı kalpte buluşup bir ömür kardeşçe yaşamasına, yaşarken de dışa vurumuna hikmet diyoruz biz.

İşte böyle bir kalbe sahip bir güzel adam gelip geçti bu dünyadan: Prof. Dr. Harun Taşkın.

Trabzon Çaykara'da on dört çocuklu bir ailenin on üçüncü evladı olarak doğan Harun hocamız, gerek zekâsı gerek çalışkanlığı gerekse düzgün ve ahlâklı karakteri ile yetmiş bir yıllık ömründe gönüllerde taht kurmuş bir bilim insanı olmayı başarmıştı.

Her insan doğar büyür yaşar ve günü geldiğinde rahmeti Rahmana kavuşur. Her insan bir meslek edinir, binlerce insanla tanışır, on binlerce olay yaşar. Bu çerçevede, hayatta onu tanıyanın her insanın ardından olumlu konuşacağı insan sayısı çok çok azdır dünyada. İşte bu azlardan birisi de inanıyoruz ki Harun Taşkın hocamızdı.

Çaykara'dan Esentepe'ye Anlam Uğruna Adanmış Bir Hayat diye nitelendirdiğimiz ömrünü, önce bilime ve topluma, sonra da yaşadığı - tanıştığı her insanın mutluluğu ve refahına adayan bir bilim insanı ve gönül adamından söz ediyorum.

Sakarya'ya asistan olarak geldiği 1978'ten hastalanıp Ankara'ya yerleştiği 2024 senesine kadar tam kırk altı sene zaman zaman birlikte ve öğrencisi olmuş, başkanı olduğu Birlik Vakfı’nın Cuma sohbetlerine sık sık katılmış, aynı dergâhlardan aynı çöplüklerden beslenmiş, onun bir kardeşi olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, Harun Taşkın hoca, hayatında tek leke olmayan, tek yalan söylememiş, tek dedikodu yapmamış, tek entrikaya girmemiş; cömert, mert, sözünün eri, sözünü sakınmayan, gözünü budaktan esirgemeyen, dümdüz ve dosdoğru bir adam olarak gelip geçti şu dünyadan. Şahidim. Şahidiz. Onu az veya çok tanıyan herkes de buna şahitlik edecektir.

Bizim ülkemizde, kör ölünce badem gözlü olur, derler; maalesef doğrudur. Ama Harun hocamız, öldüğünde değil, yetmiş bir yıllık bereketli ve onurlu ömründe hep badem gözlü olanlarımızdandı. Günde on sekiz saat çalışan, günde on sekiz saat okuyan/okutan, düşünen, projeler üreten, kuru bir bilimsel unvan peşinde koşmayıp aksine her projeyi toplum ve insan için hayata geçirmeye çalışan, enerjisinin yarısını üniversite - sanayi işbirliğine diğer yarısını Birlik Vakfı gibi topluma düzgün insan yetiştirmeye çalışan sivil toplum kuruluşlarına hasreden bir insandı o.

Sarsılmaz ve tereddütsüz bir iman, izzet sahibi bir irade ve duruş, hikmet için okuma / okutma peşinde geçen bir ömür. Hikmet (yani anlam), daima hikmet, en çok ve sonuna kadar hikmet; ömrünün özeti buydu onun.

Bunun için okur, hep okur; bunun için düşünür, hep düşünürdü.

Unutkanlığı dalgınlığı dalıp gitmeleri bundandı. Bundan bunca bu kadardı.

Sanki başka bir gezegende, başka bir düzlemde yaşıyor gibi yaşamaktaydı o. Biz dünyalılar ona şaşardık yer yer, o da bize. Ne var ki bunda; her şey normal değil mi? deyişi bundandı zaman zaman.

Harun hocamızın hayatı, yaşadıkları, başına gelenler aslında doğal Karadeniz mizahıydı; Meşhur Temel, Harun hocamızı tanısa, tası tarağı toplar, yaylaya çekilir konuşmaz, konuşamazdı bir daha. Öyle güzel, öyle doğal, öyle samimi olaylardı ki yaşadıkları.

Ve bunların her birisi de Harun hocamızın gönül dostu, çocuk kalbi safiyeti ve - aramızda kalsın - onun evliyalığına işaretti.

Okurun hatırı büyüktür; hatırınız için birini anlatayım: Mercedes’ini nerede park ettiğini unutup üç gün sonra bulduğunu anlatmayacağım. Yüzlerce bilim adamının katıldığı uluslararası bilimsel bir toplantıda, bir buçuk yıldır hazırladığı tezini/sunumunu evde unutup sanki hiçbir şey yokmuş gibi sahneye çıkışını, aklından sunum yapışını, ezberden sözlerini kaynak gösterdiği bazı bilim adamların isimlerini dinleyicilerin hâlâ arıyor oluşunu da anlatmayacağım.

Bolu Valiliği’ne deprem projesi sunmak için otomobille giderken, ön koltukta oturan ve aynı sunum için gelen diğer profesör arkadaşıyla cep telefonunda görüşürken, aynı arabada olduklarını beş dakika sonra fark ettiklerini de anlatmayacağım.

Zaman 1999 Depremi öncesidir. Harun hocamız Sedat Kirtetepe Caddesi sonlarında bir apartmanda oturmakta, Almancı olan ev sahibinin babasına, her ayın on beşinde maaşını alıp gitmekte, ödemektedir kirasını.

Aylardan bir ay, günlerden bir gün, Harun hocanın ev telefonu çalar. Yengemiz açar, arayan Almanya’daki ev sahibi hanımdır:

- Geçmiş olsun, başınıza bir şey geldi herhalde?’ der. Yenge de:

- Sağ olun ama şükür bir şeyimiz yok. Hayrola? diye sorar. Ev sahibi:

- Eşiniz bu ay ev kirasını ödemedi de herhalde kaza bela yaşadılar diye düşündük, der.

Yenge şaşkındır: - Fesuphanallah, hoca borcuna çok düşkündür. Bir yanlışlık olmalı ama akşama gelince bir sorayım, der, kapatır.

Akşama da ilk işi Harun hocaya kirayı sormak olur Yengemizin. ‘Ödedim’ der Harun hoca. ‘Ne zaman?’ der Yenge. ‘Her zamanki gibi ayın 15’inde’ der Harun hoca, ‘Ödememişsin; ev sahibi aradı Almanya’dan’ der Yenge. ‘Vallahi ödedim, hatta ev sahibinin babasını, Çark Caddesi’nde Cevat Bey’in Konağı’nın önünde gördüm. Arabayı durdurup eline verdim. Veysel (Yıldırım) hoca da şahidim’ der öfke, şaşkınlık içerisinde bir ses tonuyla.

İşin aslı sonra anlaşılır. Bizim sevgili Harun hocamız, kimbilir aklı hangi hikmetin peşinde, araba kullanırken, şehrin en işlek caddesinde, ev sahibinin babasına benzeyen birini görmüş, arabasını sağa park edip durmuş, sakallı orta yaşlı adamın eline kirayı tutuşturmuş, adamcağızın ‘bu ne parası, sen de kimsin arkadaş?’ demesine fırsat vermeden çalışmakta olan arabasına binmiş gitmiştir.

Sonrası mı? Veysel hoca ile birlikte on beş gün süreyle ev sahibinin babasına benzeyen sokaktaki her sakallıya ‘ben kızınızın kirasını yanlışlıkla size mi vermiştim?’ diye sormuşlar, ama bir türlü ‘yanlış sakallı’ya bir daha rastlayamamışlardır. Çaresiz ikinci kez de kira ödenmiştir.

Gerçek bir bilim insanıydı. Gerçek bir bibliyograftı.

Ona bir ibare verin lugattan, ‘Endülüs’ deyin ona mesela, size üç buçuk saat konuşabilirdi, vaktiniz vardıysa. Altı buçuk saat de konuşabilirdi. Vaktiniz varsa ve alıcılarınız hâlâ açıksa dokuz buçuk saat de konuşabilirdi.

Harun hoca, samimiyetin, mertliğin, düz (hatta dümdüz) adamlığın sembolüydü.

Tevazuun da kitabını yazan çelebi biri, tam bir gönül adamıydı. Bakmayın profesör olduğuna, köylüyle köylü, işçi ile işçi, esnafla esnaftı.

Sözünü on ikiden, tam kitabın ortasından söylerdi. Irk mezhep cemaat hemşerilik şu bu yazmazdı onun kitabında. Tek hakikat tanırdı: İslâm ve Kur’an.

O bir anlam (hikmet) adamıydı.

Bir ömür anlam peşinde koşan, bir ömür anlam üreten, bir ömür anlamlı toplum için çırpınan bir insandı.

Derdi insanımızın ve toplumumuzun anlam kazanmasıydı.

Tam da buydu işte Harun Taşkın ağabeyimiz.

Whatsapp Image 2025 06 22 At 02.05.10Whatsapp Image 2025 06 22 At 02.05.10 (1)Whatsapp Image 2025 06 22 At 02.04.12Whatsapp Image 2025 06 22 At 02.03.21Whatsapp Image 2025 06 22 At 02.00.25