Aslında yazı başlığını “Şehirde trafik bilinci” olarak atmalıydım… Ama gel gelelim ki zihinlerde trafik bilinci olmayınca, yaşadığımız şehirde nasıl ve nereden olsun?
Erdem Beyazıt, (1939-2008) “Sana, bana, vatanıma, ülkemin insanlarına dair” bir şiir yazmış. Kelimelerin, adamın yüreğinden tank gibi geçtiği sağlam bir şiir hem de. Şiirin konumuzla alakası yok zannetmeyin. Alakası var.
İnsan ruhu; sanat, ilim, irfan, edebiyat ve şiirle incelir. “Görgü ve zerâfet” ince ruhların ahlakıdır. Ruhların zarîf olmadığı beldelerde koyu bir magandalık hüküm sürer. İşte bu yazı da; “sana, bana, vatanıma ve ülkemin insanlarına” dairdir.
Türkiye illerini defaten gezdim. Yollarda neler gördüm neler… Araç sürerken ayağını camdan çıkaran beyaz atletli maganda şoförler gördüm. Mandalina kabukları, çikolata ambalajlarını “seyahat esnasında” lüks aracından yola fırlatan beyaz gömlekli entelektüel magandaları da gördüm.
Bayram trafiğinde otobanlar şişince, yol kenarına hatıra olarak çöplerini bırakan maganda Türk ailelerini de hep birlikte TV’de görmedik mi?
Arabayla birkaç defa Balkanlar seyahati yaptım. Balkanlarda şehir merkezlerinde “trafik hız sınırını” aşan sürücüye rastlamadım. Bizim taşradaysa şehir içi 100 km. hız yapmak normal oldu artık.
Avrupa’da yol yaptım. Binlerce km. boyunca ardımızdan sellektör yapan olmadı. Avrupa’nın birçok şehrinde bulundum. Şehir trafiğinde, trafik ışıklarında: “Dat! Dat! Edip, gürültüyle kafa şişiren” korna sesi duymadım.
Bizim taşrada yaşayan yurdum insanı iyi, güzel hoştur da; toplumsal kurallara uyma konusunda biraz kalın kafalıdır. Bizler de araçla geçişirken bile elle değil, kornayla selamlaşmak adettir. Büyükşehir’de yaşarız, lakin taşra kültürü alışkanlıklarımızı değiştirmek işimize gelmez.
Atatürk Bulvarı’yla, Serdivan arasına sıkışmış milyon kişilik şehirde yaşayan yurdum insanı ister ki; altta dükkânım, üstte evim olsun… Arabası da 7/24 kapı önünde olsun.
Cadde 54’ün, Agora’nın, Erenler AVM’nin alt katındaki otopark bomboş durur… Bizim insanımız ister ki, arabadan indiği gibi önünde AVM kapıları açılsın.
Kent Meydanı altındaki, Müftülük yanındaki Büyükşehir Otoparklarına arabasını bırakmaya üşenir de, Katlı Pazaryeri’ndeki curcuna içinde arabasını ikinci üçüncü sıraya çekip balık temizletir beyimiz. Arabası her daim dibinde olsun ister ama kendi tıkadığı trafikteki kabahati Trafik Şube Müdürlüğü’ne veya Belediye’ye yükler…
Adapazarı İHL önünden Serdivan belediyesine kadar devam eden ana arterde sağlı- sollu ters yöne arabasını park ederken hiç utanmaz. Dörtlülerini yakınca, mesele halloldu zanneder.
Belediye otobüs duraklarına park eden magandalara ne diyelim? Defalarca şahit oldum. Büyükşehir Belediyesi otobüsleri yolcu indirmek/almak için kendi durağına giremiyor. Yolun ortasında durmak zorunda kalıyor…
Bilge Hastanesi’nden, Karaağaç Bulvarı sonuna kadar olan bölgede mevcut park yerleri doluysa bile fark etmez. Yurdum insanı, park halindeki aracın arkasına ikili üçlü sıra park edecek kadar mahirdir. Park yerinden çıkmak isteyen kişiyi engeller, trafiği alt üst eder yine de fark etmez… Beş dakikalık işi vardır nasılsa… Pişkince der ki: “Halledip çıkacağım.” İtiraz edip uyaran olursa da haklıymış gibi dik dik bakar: “Tamam ya. Patlama. Gidiyoruz işte” deyip küfür eder gibi lastik öttürür maganda…
Bizim taşrada dolmuş ve minibüsler kendilerini “ambulans” zannederler. Yol üstünlüğü her zaman onlarındır. Onlar için durak mefhumu yoktur. Pat! Diye yolun ortasında durup yolcu alır/indirirler… Sorarsan, “Ne yapalım Aaabi! Ekmek parası” derler. Balık istifi yolcuyu severler. Klimaları da her daim kapalıdır. Nasılsa kendisine ait şoför camı her daim açıktır ve efil efil eser… Bir de sol dirseklerini cama yaslayıp dikiz aynasından keserek: “Arkaya doğru ilerleyin” demeyi görev addederler. Dolmuş ve minibüslerin taşra görüntüsü “Raylı Sistemle” biter ancak.
Haa… Yolcular içinde maganda yok mudur? Vardır elbet. Cep telefonundan sevgili veya arkadaşıyla yüksek sesle konuşup gevezelik eden ergen gençlerimiz var. Arka veya yan koltukta naklen yayın yaparak kapı komşusu veya gelinini çekiştiren teyzeler de boldur bizim taşrada.
Dönel kavşaklarda “soldan gelene yol vermek” gerektiği halde bizim taşrada racona ters (?!) olduğu için trafik her zaman tıkanır…
“Öncelikli geçiş hakkı yayalarındır,” kuralı bizde işlemez… Güneş kavursa da, yağmur ıslatsa da, yol kıyısında veya yaya kaldırımında bekleyen “çocuk arabalı bir kadın” olsa da geçiş hakkı, öncelikli olarak dolmuşların, minibüslerin, sonra diğer araçlarındır bizim taşrada. Yaya hakkı, Hakk getire…
Trafiğe çıkan bisiklet, motorsikletler adam yerine konmaz bizim taşrada. Magandalara göre onlar “hafifsıklettir.” Nasılsa durup beklerler… Amsterdam’ı gördüm. Bisiklet ülkesiydi. Şehiriçi trafiğinde azami hız sınırına herkes riayet ettiği için bisiklet sürmek bile zevke dönüşmüş.
Bizim şehirde kırmızı ışıklarda bile karşıya geçen yurdum insanı için önleyici hizmet eğitimi eskilerde kaldı. İlkokul öğrencilerine trafik eğitimiyle birlikte “görgü ve irfan” eğitimi verilmeli… Ruhları incelmeyen toplumun hali trafikten belli olur.
Almanya’da; Arkada oturan yolcu dâhil emniyet kemeri ihlali: 30 €. Hatalı park: 55 €. Şehir içinde hız sınırını aşmak: 70 €. Bisiklet, yaya yolunda araç kullanmak: 100 €. Şehirlerarası yolda hız sınırını 60 km. aşmak: 600 €.
Ülkemizde trafik cezaları caydırıcı olmadığı için Almancılar bile bizim taşraya gelince kendini bir şey zannedip maganda oluyor…
Rahmi Ağabey! Sana, bana, vatanıma, ülkemin insanlarına dair “eğitim şart.”