Yaz mevsiminin en yakıcı günlerini yaşıyoruz. Güneş, sokakları kavururken insan nefes almakta bile zorlanıyor. Ancak bu sıcaklar yalnızca bedenleri değil, sanki toplumun değerlerini de eritiyor. Ne gariptir ki; aylar boyunca "yaz niye gelmedi", "hâlâ havalar ısınmadı" diye şikâyet eden bizler, şimdi de "böyle sıcaklık görülmedi" diye dert yanıyoruz. İnsanoğlu memnun olmaya meyilli değil ama asıl mesele havalardan değil, havalarla birlikte değişen bazı alışkanlıklardan kaynaklanıyor.

Son yıllarda yaz aylarının rehaveti bahanesiyle sokaklarda, çarşılarda, toplu alanlarda giyilen kıyafetler, toplumun büyük bir kısmını rahatsız eder hâle geldi. “Kimse kimsenin kıyafetine karışamaz” anlayışı neredeyse kutsal bir dokunulmazlık zırhına dönüştürüldü. Öyle ki, bu söylem üzerinden rahatsız olanlar bile susturulmaya çalışılıyor. Oysa mesele karışmak değil, saygı sınırlarını tartışmak. Çünkü özgürlüğün başladığı yerde sorumluluk da başlar; başkasının özgürlük alanına zarar veriyorsa, bu artık özgürlük değil, bencilliktir.

Giyinmek elbette kişisel bir tercihtir. Ancak bu tercih, başkalarının gözünün içine sokulur hale gelmişse, çocukların dikkatini dağıtacak, gençlerin zihnini meşgul edecek bir noktaya ulaşmışsa; artık bireysel değil, toplumsal bir mesele hâline gelir. Plajda giyilen kıyafetlerle sokakta dolaşmak, alışveriş merkezlerinde gezinmek, toplu taşıma kullanmak kimseyi ilgilendirmez diyemeyiz. Çünkü o sokakta, o araçta sadece siz yoksunuz. Toplumun ortak alanları, kişisel teşhir alanı değildir. Zaten “Giyinmek” bedeni örtmek değil mi? Biz kimlerin torunları olduğumuzu unutmamalıyız. Tarihsel süreçte nene hatunların torunlarına yakışanı yapmamız bize yakışandır. Geçmiş ile günümüzü Üstat N.Fazıl bir şiirinde “Utanırdı burnunu göstermekten sütninem, Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem…………” sözleri ile çok güzel ifade etmiş.

Bu noktada "benim bedenim, benim kararım" söyleminin arkasına sığınılması ise ayrı bir tartışma konusudur. Beden elbette sizin, ama onun sunumu kamusal alandaysa, artık yalnız değilsiniz. Ve ne yazık ki bu savunma biçimi zamanla teşhirciliği meşrulaştırma zeminine dönüştü. Hele ki bir de bu anlayışı savunurken karşısındakine ahlak dersi vermeye kalkmak, işin içinden çıkılamaz bir çelişkiyi doğuruyor.

Sık sık “medeniyet” kavramı da bu tartışmalara malzeme yapılıyor. Oysa giyinmenin açılmakla ne ilgisi vardır. Medeniyet; göze sokmak değil, incelikle örtmek, saygıyla davranmaktır. Gerçek özgürlük, başkasının rahatsızlık sınırında durabilmektir.

Kıymetli şeyler saklanır, korunur. Hiçbir sarrafın elinde altın tepsiyle elmas gezdirdiğini görmezsiniz. Çünkü değer, açıkta değil; özenle saklananda gizlidir. İnsan da böyledir. Onuru, vakarını örtüsünde, duruşunda, sözünde ve tavrında taşır. Kadınlar; ne giysileriyle cesur olmak, ne de gözleri üzerine çekmek zorundadır. Asıl cesaret, fikirlerini savunmakta; onurunu korumakta gizlidir.

Unutmayalım: Sokaklarımız podyum değildir. Giyim, özgürlük kadar saygı da gerektirir. Her şey “ben”le değil, “biz”le ölçülür. Ölçülerin kaybolduğu, değersizliğin savunulduğu, hakkın savunulamadığı bir plaj dönemi yaşıyoruz. Yaz mevsimi gelip geçer; ama bıraktığı iz, toplumun vicdanında kalır.