BOP  bütün hızıyla işletildi. Müslüman ülkeler yardım ve müttefikliğinde! bütün bir İslam coğrafyası bölündü, parçalandı, kan gölüne çevrildi. İzrail’in etrafında,  O’na tehdit olacak, güvenlik, işgal ve katliamlarına engel olacak güç bırakılmadı. Büyük izrail’e, emperyalist sömürü ve işgallere hizmet edildi, kapı aralandı. Zaten bu tehditler çok az ve cılız idi. Saddam, Esat, Kaddafi ve Mursi. Hepsi tasfiye edildi. Yetmedi, birbirine düşürüldü. Kardeş kavgası çıkarıldı. Kazanan hep İzrail ve emperyalist Batı oldu.

                       BOP da sıra Türkiye ve İran’a geldi. İran’ı 30 yıllık ambargo ile şimdilik dize getirdiler ve yanlarına alır gibi oldular. Hep bir İslam ülkesini yanlarına alarak, bir diğerini yok ediyorlar ya. Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Yemen’de, Libya’da kimleri yanlarına aldıklarına bakınız. Hep bizden biriyle, bizden bir diğerini yok ediyorlar. Elbet daha sonra sıra İran’a da gelecek. Zaten, 1980 de Irak’ı üzerine salarak, sekiz sene savaştırıp, ardından da günümüze değin süren ambargo ile büyük ölçüde zayıflattı, gerilettiler.

                    Evet. Vahşi Batı, tarih boyu hiç  durmadı, durmayacaktır.

                   İçimizdeki piyonları, maşaları ile bizi bize kırdırmaya çalışıyorlar. Ya kavmiyetçiliği, ya da  mezhepçiliği, particiliği kullanarak, ama ayrıştırıcı bir neden mutlaka bularak.

                  Baştan beri hep söyledim ve yazdım. Ülkemizin içte en büyük sorunu, tehdit ve tehlikesi, dış destekli, kökü dışarıda cani şebekesi ve siyasi uzantılarıdır.

                 Şimdi bunları harekete geçirdiler. Hiç şüphesiz, sayısız hata ve ihmalimizi kullanarak. Tehlikeyi  görmeyerek, büyüterek. Geçmişte  yaşananlardan, Batı’nın kullanıp attıklarından hiç ders almayarak. Mübarek’i kullanıp attıklarını görmeyerek.

                 Tehlike kapımıza dayanmış, ayak sesleri geliyordu. Ama uyanmadık, hep uyuduk. Her zaman uyuduğumuz gibi. Bu konu ile ilgili, “Büyük Bir Felaketin Ayak Sesleri” başlıklı bir makale de kaleme almış, her vesileyle bu tehlikeye işaret etmiştim.

                Küffarın bu vahşi ve kirli oyunu mutlaka bozulmalı, bozmayı başarmalıyız. Bir ve beraber, Kuvayı milliye oluşturarak. Particiliği, parti hesaplarını, kişisel, siyasi ikbal ve istikbal hesaplarını bir yana bırakarak, en azından erteleyerek. Vatan ve milleti önceleyerek.

               Vahşi ve cani terör karşısında çok dikkatli ve uyanık  olmalıyız.

               Siyasi ve partici konuşmalardan, teşvik ve tahrikten, nefret ve ayrıştırıcılıktan tümüyle uzak durulmalı, mümkün olduğunca geniş tabanlı bir karşı duruş sergilemeliyiz.

              Anadolu’muzun kökünde ve gövdesinde, o bölgemizde yaşayan insanlarımızı, kardeşlerimizi ,canilerle asla karıştırmadan, onların safına itecek eylem, söylem, tavır, ima, yazı, yorum ve konuşmalardan çok uzak durmalıyız.

            Burada iki taraf vardır. Bir tarafta cani şebekesi  ve de onların dış Haçlı ve Siyonist destekçileri, diğer tarafta 77 milyon bizler. Farklı partilerde, cemiyet ve cemaatlerde, anlayış ve kavrayışlarda olsak bile, bizler. 77 Milyon yekvücut olmalı, BOP ‘un Türkiye üzerindeki oyunu bozulmalıdır.

             Başka yolumuz, tek  bir çıkar sokağımız yoktur.

             Suriye, Irak,Yemen, Libya ve  Afganistan;  bize uyarıcı, can yakıcı, yanımızda, içimizde örnekler ve ibretlerdir.

             Her an düşünmeliyiz! Suriye ve Iraklı kardeşlerimizin başına ne geldi? Neden buradalar? Neden muhacir oldular? Neden yurtlarını terk edip bize sığındılar? Neden aç sefil kaldılar? Neden dilenci durumuna düştüler? Neden, bir ümit uğruna denizlerde boğuluyor, neden komşu ülke ve Avrupa kapılarına dayanıyorlar? Uyanmamız, uyarılmamız için daha ne bekliyoruz? Filistin, Libya, Yemen, Mısır,Pakistan, Doğu Türkistan, Arakan, Çeçenistan, Afganistan, Ukrayna, Somali, Sudan, Mali ve birçok Afrika ülkeleri bize ders vermiyor mu, vermeyecek mi? Koca Endülüs ve koca Osmanlı  devleti ne oldu?

              Bu oyunu mutlaka bozmalı, aramızdaki meseleleri, terörün halledilmesinden sonraya bırakmalıyız.

              Keşke, geniş tabanlı bir koalisyon olabilseydi. Bu, gerginlikleri, kutuplaşmaları ve uzaklaşmaları kısmen de olsa azaltır, teröre karşı bir bılok olmayı, iri ve diri olmamızı sağlardı. Güvenlik güçlerimize, fiili ve moral desteği sağlardı. Koalisyon olmaması, cani şebekesi karşısında birlik olunamaması, zafiyet doğurur ve terörizme menfaat sağlar. Anarşi içinde seçime gitmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Seçim güvenliği sağlanabilir mi?

              Koalisyon ile bir araya gelemememiz, cani şebekesine yaramış, onlara güç vermiştir.

              Bu gün ülkemizde, birlik ve dayanışma halinde olan, maalesef cani şebekesi ve onların siyasi destekçileridir. Karşısında bir bütün, bılok olması gereken diğerleri, yani bizler, 77 milyon, yani Türkiye olarak yekvücut değiliz. Biz birbirimizle uğraşırken, particiliği öne alırken, onlar birleşiyor ve bizim çekişmemizden güç alıyorlar.

              Buna son vermeliyiz. İktidar ve muhalefet partileri olarak itici, ayrıştırıcı, ötekileştirici, hakaret, aşağılama ve ‘kuma’ laflardan uzak durulmalı, her şey duyulmamalı, her şeye cevap verilmemelidir.

              Herkes, hepimiz birleştirici olmalı, konuşma, yazı, yorum ve paylaşımlarımıza çok ama çok dikkat etmeliyiz. Terörizme piyon, maşa olmuş gençleri bile muhatap almamalı, onların kandırılmış, beyinleri kirletilmiş, aldatılmış olduklarını, terörizme kurban edildiklerini bilmeli, ölülere hakaret edilmemeli, hedefe, en başta emperyalizim ve siyonizim, sonra da cani şebekesi  ve siyasi paydaşlarının başındakiler koyulmalıdır.

               Güvenlik güçlerimize her türlü destek verilmeli, partiler; ocaklara ateş düşerken, canlar yanarken oy anketi yapmamalı, şehitler üzerinden siyaset ve rant devşirmemeli, bunun en büyük ahlaksızlık olduğunu bilmeli, bu gün, parti ve oy değil, ülke, millet ve canların önemli olduğu bilinmelidir.

             Evinde rahat oturan  ekser  vatandaşımıza da bir çift sözüm var.  Ocaklara ateş düşerken, canlar yanar, şehit haberleri gelirken, ağlamasanız da, bari gülmeyin. Vatan için ölenler bir yanda iken, biz nasıl hiçbir şey yokmuş gibi hayatımıza devam edebiliriz?