Bir Okul Eğitim yılı daha sona eriyor...
Küçük kalplerin büyük hayallerle dolu olduğu, öğrenmenin, paylaşmanın, sevginin ve sabrın birlikte yeşerdiği bir yıl daha geride kaldı. Okullar kapanıyor, karneler dağıtılıyor ve her köşede yılsonu gösterileri hazırlanıyor. Sahne kostümleri seçiliyor, koreografiler prova ediliyor, ebeveynler heyecanla çocuklarını izlemeye hazırlanıyor.
Ancak bu güzel tabloya biraz dikkatli bakınca, içimize düşen bir gölgeyi fark etmemek mümkün değil:
Yılsonu etkinlikleri, gitgide Batı kültürünün yüzeysel ve parıltılı özentiliğine teslim oluyor. Çocuklarımız halk oyunları yerine yabancı pop şarkılarına dans ediyor, geleneksel motifler yerine çizgi film kahramanlarının kıyafetleriyle sahnede boy gösteriyor. Minicik bedenlere yakıştırılmayan sahne kıyafetleri, daha yaşamadıkları bir hayatın taklidini yapmalarına neden oluyor.
Oysa biz, kökü derinlerde olan bir milletiz. Bizim çocuklarımız sadece bir gösterinin parçası değil; bu toprakların mirasını geleceğe taşıyacak emanetçilerdir. Onlara ne verirsek onu büyütecek ne öğretirsek onunla şekillenecekler.
Sahi, biz onlara ne veriyoruz?
Yılsonları, sadece bir eğlence anı değil; çocuklara neyi önemsemeleri gerektiğini fısıldadığımız zamanlardır. Bu fısıltı ya kültürümüzün sesi olur ya da başka diyarların hayal dünyasında kaybolur. O sahne, çocuklarımızın ilk kez toplum karşısında durduğu yerdir. İlk alkışı, ilk heyecanı, ilk öz güven adımıdır.
Peki neden o sahnede kendi türkülerimiz yok?
Neden "Kara Tren" yerine yabancı bir pop şarkısının ritmi çalıyor?
Neden çocuklarımız “Nasrettin Hoca”yı değil de süper kahramanları canlandırıyor?
Neden halkoyunlarımız iyiden iyiye azaldı. Onların yerini vals hatta tango aldı.
Biz çocuklarımıza sadece eğlence değil, kimlik kazandırmakla yükümlüyüz. Bir çocuğun giydiği kıyafet, oynadığı oyun, söylediği şarkı; gelecekte ait hissedeceği kültürün ipuçlarıdır. Eğer bu kültür bize ait değilse, o çocuk yıllar sonra kendini bir aidiyet boşluğunda bulur. Ne eğitimcilerimiz böyle bir etkinlik hazırlamalı ne de velilerimiz eğitimcilerimizi böylesi bir etkinlik için zorlamalı. Geleneklerine bağlı nesiller istiyorsak masum çocuklarımızı yarınlara hep beraber hazırlamalıyız. Çünkü çocuk eğitimi tek başına öğretmene de anne babaya da bırakılamaz.
Bir dönem sınıflarda yerli meyveler paylaşılır, el işiyle yapılan sepetlerde kuru yemişler getirilirdi. Şarkılar söylenir, tasarrufun, üretmenin, yerli olanın değeri anlatılırdı.
“Yerli Malı Yurdun Malı, Herkes Onu Kullanmalı” derken, aslında yalnızca ekonomik bir mesaj değil; bir kimlik duygusu da verilirdi. Bugün o haftalar ya unutuldu ya da içi boşaltıldı. Oysa Yerli Malı Haftası, sadece portakal getirmek değil; bu topraklarda büyümenin, bu ülkeye ait olmanın çocukça ifadesiydi.
Yıl sonu gösterileri işte bu duygularla zenginleşmeli.
Bir halk oyunu, sadece bir figür değil; bir geçmişin, bir hikâyenin, bir kültürün beden dilidir. Çocuklara bu figürleri öğretmek, onların hem ruhunu hem kökünü besler.
Bu konuda en büyük sorumluluk elbette eğitimcilere ve anne babalara düşüyor. Gösteri için çocuğunuzun “çok havalı” görünmesini isteyebilirsiniz. Ancak o sahnede “güzel görünmek” ile “doğruyu temsil etmek” arasındaki farkı iyi anlamamız gerekiyor.
Çocuğunuzun ruhuna ne ekersiniz, yarın onunla yeşerir.
Bir öğretmen, sahneye çıkacak çocuklara yöresel kıyafetler giydirirse; o çocuk sadece alkış almaz, kök salar.
Bir veli, çocuğunun "geleneksel bir oyunda" yer almasına destek verirse; sadece bir gösteri izlemekle kalmaz, geleceğe bir kültür aktarır. Kısaca eğitimciler ve veliler aynı düşüncede olmadan olmaz.
Yılsonu gösterileri elbette olmalı. Ancak parıltılı değil, anlamlı olmalı. Kalabalığı etkilemek için değil, çocuklarımızın yüreğine dokunmak için yapılmalı. Çocuklar yılsonu etkinlikleri ile Sahneye Değil, Gönle Hitap edeceklerini bilmeli. Sahneye çıkan çocuk, kendi değerlerini anlatsın. Şarkısı Türkçe, oyunu halktan, duruşu yüreğimizden olsun.
Gelin sonu etkinliklerinde bir dönüm noktası yapalım. Gelin çocuklarımızın sahnede Batı’yı taklit ettiği değil; kendi değerlerimizi yaşattığı, yüreğimizde alkışladığımız bir tablo oluşturalım. Çünkü gerçek alkış; en içten, en yerli olandır. Ve çünkü biz, kendi türkümüzü unutan değil; onu geleceğe taşıyan bir milletiz.