Bir Ada, Yakın Tarih, Kısa Uyarı
Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Barış Harekatı’nın 51.yıl dönümünü kutladık. Peki “Barış harekâtı neyden gerekti, neler yaşandı bugün Kıbrıs halkının durumu nedir” kısaca kendi penceremizden bakalım istedim. 20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan ve iki aşamada yürütülen bu harekât, sadece Kıbrıs Türk halkını değil, Anadolu’daki her ferdi de doğrudan ilgilendiren bir dönüm noktasıydı. Balık hafızalı olmamak için tarihe ve yaşananlara bir göz atalım.
Kıbrıs, 1571 yılında II Selim tarafından Venediklilerle yapılan 1 yıllık bir savaş sonunda fethedilmiş ve 307 yıl boyunca Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Yüzyıllar süren Osmanlı döneminde Rumlar ve Türkler, barış içinde yaşamış, inançlarını ve kültürlerini özgürce sürdürebildi.
Ancak 19. yüzyılda Osmanlı'nın zayıflamasıyla birlikte Avrupa'nın sömürgeci güçlerinden biri olan İngiltere devreye girdi. 1878 yılında, Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından adanın yönetimi geçici olarak İngiltere’ye devredildi. 1914’te ise İngiltere, Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasını fırsat bilerek adayı tek taraflı olarak ilhak ettiğini ilan etti. Lozan Antlaşması ile Türkiye bu durumu resmen tanımak zorunda kaldı. İnsan kendi kendine sormadan edemiyor, madem 7 düveli yendik Lozan’da Kıbrıs’ı niye verdik? (Lozan 21. Maddesi). Benzer bir kiralamayı İngiltere Çin ile yapmış ve Hong Kong’un idaresini almıştı. Ama Çin, Lozan veya benzeri bir anlaşmaya imza atmadığından Hong Kong’u belirtilen süre dolunca geri aldı.
1950’li yılların başında Rumlar, “Enosis” adı verilen ve adayı Yunanistan’a bağlama hedefini açıkça dile getirmeye başladılar. Bu hayal, Türk halkı için acı, gözyaşı ve ölüm demekti. Rum çeteleri, İngiliz yönetiminin de teşvik ve göz yummasıyla Türk köylerine saldırmaya başladı. Bu saldırılar 1955’ten sonra artarak devam etti.
Tüm bu saldırılara Türk halkı kayıtsız kalamazdı. Yapılan katliamlara her gün yenisi eklenirken Uluslararası görüşmelerden de sonuç çıkmıyordu. Bu dönemde Türk halkı yapılan saldırılara karşı küçük gruplar halinde direniş gösteriyordu. Ancak birlik 1958 yılında Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kurulması ile sağlandı. Bu teşkilatın başına, adanın önemli liderlerinden Dr. Fazıl Küçük geçti. Daha sonra Rauf Denktaş da mücadelenin önde gelen isimlerinden biri oldu.
Her yaşanan saldırıya yer vermemiz mümkün değil ama bazılarını hatırlatmamız lazım. Rum çetelerinin saldırıları özellikle 1963’te “Kanlı Noel” diye anılan vahşi katliamlarla zirveye ulaştı. Yüzlerce Türk kadın, çocuk ve yaşlı katledildi. Köyler yakıldı, insanlar evlerinden sürüldü. Türkiye, 1964’te ilk kez müdahale sinyali verdi. Savaş uçaklarıyla bir uyarı niteliğinde hava harekâtı düzenlendi. Bu süreçte Cengiz Topel, Kıbrıs’ta şehit edilen ilk Türk pilot oldu. (Cengiz Topel’in şehit edilişini, yapılan işkenceleri okumanızı öneririm)
Nihayet 15 Temmuz 1974’te Yunanistan destekli Nikos Sampson’un gerçekleştirdiği darbe, Türkiye’yi harekete geçirdi. Türkiye, garantörlük hakkına dayanarak 20 Temmuz sabahı Kıbrıs’a asker çıkardı.
Kıbrıslı Türkler “Bayrak” adında bir radyo kurmuşlardı. Halk radyodan haberleri takip ediyor, gelişmelere göre hareket ediyordu. Yapılan haberler Türkiye’den gelen umut açıklamaları, yayınlanan şarkılar halka moral veriyor ve gelişmeleri bildiriyordu. Bu dönem silahlı çatışmalar kadar psikolojik harbin de olduğu dönemlerdi. Rumlarda boş durmuyor kendi yayınlarını radyolarında yapıyorlardı. Fakat Rumlar halka açık alanlarda kurulan hoparlörlerle Kıbrıs Türkünün moralini bozmak için sık sık ve özellikle sabahları “Bekledim de gelmedin, Hiç mi beni sevmedin” şarkısını çalıyorlardı. Ta ki 20 Temmuz 1974 sabahına kadar. O gün “bayrak” radyoyu açanlar “Bir gece ansızın gelebiliriz...” şarkısını dinlemeye başladılar.
Radyo başında bekleyen Türkler için o yılların sembol olan o şarkı harekatın başladığı müjdesini de veriyordu.
“Bir gece ansızın gelebiliriz” artık sıradan bir şarkı sözü değildi.
İki aşamalı harekâtın ikincisi 14 Ağustos’ta başladı. “Ayşe tatile çıksın” parolasıyla yürütülen harekât 16 Ağustos’ta başarıyla tamamlandı. Türk askeri, halkı soykırımdan kurtardı. Harekât sırasında onlarca şehit ve gazi verildi, ama Kıbrıs Türkleri varlıklarını sürdürebildi.
Yakın geçmişe bir göz attıktan sonra 2008-2010 yılları arasında Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan İlker Başbuğ bir röportajında , “Rahmetli Necmettin Erbakan ve arkadaşları adanın tamamını alma fikrindeydiler” diyerek bu kararlılığın büyüklüğünü itiraf etmişti.
O tarihten itibaren Kıbrıs iki devletten oluştu. Adanın Kuzeyin (1983)KKTC. Güneyi GKRK olarak anılmaya başlandı. Yaşananlar aslında çok uzun zaman değil çok yakın bir tarih. Ama bazıları maalesef yaşanan katliamları unutmuş gözüküyor. Onca mücadeleyi görmezden gelen bir zihniyet adada filizlendi.
Ne yazık ki bugün, o günleri unutan ya da unutur gibi yapan bir kitle var. Üstelik bu kitle, bizzat o zulmü yaşamış halkın içinden çıkıyor. Ne acıdır ki bu topraklarda hâlâ kendi tarihini unutan, kendisine yapılan soykırımı hatırlamayan, hatta düşmana benzemeyi bir ilerleme sanan bir zümre var. Oysa geçmişi unutan, geleceğini kaybeder.
Kıbrıs Türklerinden bir kısmının hafızası sanki balık hafızasına dönüştü. Yaşananların üzerinden bir asır geçmeden nasıl unutuldu. Bugünkü özgürlük, dünün direnişiyle, şehitleriyle, gözü yaşlı analarıyla ve fedakâr Türk askerinin cesaretiyle mümkün olmuştur.
Daha da acısı, bazı Kıbrıslı siyasetçiler Türk askerinin adadan çekilmesini açık açık dile getirdiler. Türkiye’yi işgalci gibi göstermeye çalışan bu söylemler, Kıbrıs Türk halkının kaderini yazan mücadeleye yapılan en büyük haksızlıktır.
Biz unutuyoruz ama Rumlar ve Yunanistanlılar unutmuyor. Yunanistan’ın karayollarında kuzeyinden kan akan Kıbrıs haritaları ile doludur. Ve altında “Senin olanı alana dek mücadeleni unutma” yazılıdır. Onlar kin ve nefretle bakarken Kıbrıslı bir tane Türkün dahi onlarla kardeşiz demesini kabullenmek mümkün değil. Kısaca unutmak, Yeniden Kaybetmektir
Bosna lideri Bilge kral Aliya İzzetbegoviç’in şu sözleri bugün Kıbrıs için bir uyarı niteliğindedir:
“Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.”
“Ne yaparsanız yapın soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
Bu iki cümle, geçmişine sırt dönen, anavatanı inkâr eden ve kendi öz benliğini kaybetmek üzere olan bazı Kıbrıslılara açık bir uyarıdır.
Kıbrıs’ın bir Türk toprağı olduğunu ve sahipsiz olmadığını bizler de göstermek zorundayız. Kıbrıs için verilen mücadelelerin görülmesi adına, Kıbrıs’a gitmeli ziyaretler yapmalıyız. Bakınız Anzaklar kendilerine ait olmayan Çanakkale’ye sadece dedeleri geldiği için gelip ziyaretler yapıyorlar. Onlar gafil davalarına sahip çıkıyorlar biz yanı başımızdaki Kıbrıs’ı aynı duygularla ziyaret etmiyoruz. Kıbrıs’a gitmenin bizim için farklı bir anlamı olmalı. Lütfen imkânı olanlar tatil için yaptıkları programın dışında bir de Kıbrıs programı yapın. Kıbrıs ziyareti Yeme, içme, gece hayatı, kumar, eğlence ile anılır olmamalı.
Orada ziyaretimizi bekleyen şehitlikler, yaşanan katliamı gösteren müzeler, savaşa dair birçok ziyaret alanı bizleri bekliyor.
Kıbrıs Türkü, unutmasın ki; özgürlüğünün teminatı, verdiği mücadelede ve anavatan Türkiye’nin kardeş elindedir. Bu el, dostlukla uzanmıştır ama gerektiğinde yine bir gece ansızın gelebilecek kudrettedir.
Ama umutsuzluk bize yakışmaz. Türkiye’de de yavru vatan Kıbrıs’ta da hâlâ köklerine bağlı milletimiz var.