Yeryüzünün ilk mescidine ziyaret ve aynı zamanda yeryüzünün son peygamberine müştak olarak aynı beldenin havasını solumak ne müthiş bir şeydir.
Mukaddes belde bir anlamıyla peygamberler tarihinin kesişme noktasıdır. Kendisine nimet verilenler ayak izlerini ve manevi seslerine ittibanın merkezidir.
Bu paha biçilmez belde yeryüzünün emin beldesidir diğer anlamıyla emniyetini teminle sorumlu olduğumuz şehirlerin anasıdır.
Mekke bir insana benzer bir tarafıyla cahiliye ve şeytanı diğer tarafıyla iman ve rahmani sıfatları kendinde buluşturmuştur. İnsan hangisini arzu ederse onu bulur. Ebu Cehil şirki, Ebu Bekir ise tevhidi bulmuştur.
Mekânın şerefi ilahi haber ve insani korumayla belirginleşir. Dağların arasında bir mütevazi ev vardır ve bu ev Rahmanın misafirlerine mesken olarak hazırlanmıştır.
Günümüz Müslümanı için birçok anlam ifade eden bu güzel yurt tarihi ibret ve ibadet temeliyle birlikte, Hz Muhammed’in aleyhisselam doğum mekanı ve Cebrail ile mülaki olarak vahye mazhar olduğu semanın yeryüzüyle şereflendiği belde-i azimdir.
Miladi 631 yılından itibaren fevç fevç dine girenlerin tevhid sancağını diktiği ve müşrik hegemonyasın sildiği gönüllerin ve namazın kıblesi bir manevi şeairdir.
Vahiyle nurlanan fetihle muştulanan ve hac ile özgürlüğünü aleme ilan eden bu belde her gönlün ve satırın farklı ve anlamlı işaretler bulduğu bir yolculuktur.
Haccı kimden okursak okuyalım, dinlersek dinleyelim sonu gelmez bir hikmet kaynağıdır. Gündüzü yeryüzünün güneşi gecesi bedri mesabesindedir. Etrafında dolananlar ise yıldızlar kümesi gibidir. Biri kayıp gitse bir başkası yerini doldurur. Semada melekler yeryüzünde muvahhitler olmak üzere zikir halkalarının kıyamete kadar devam ettiği muhabbeti kalplere yerleştirilen emin beldedir.
Hac, insani olarak güzel ahlaktır, ilahi olaraksa yeryüzünde misafir olduğunu yaşarken hissedebilmektir. Baba ocağına dönüş ve Hacer ve Hatice anneyle özdeşleşmektir. Taşın etrafında tavaf ederken taşa tapmamaktır. Şeytanı taşlarken hakikati idrak etmektir.
Hac ile ilgili kavramları kısaca arz edecek olursak: Tevhid, Takva, Zikir, Şeâir, Dua diye tanımlayabiliriz, bu kavramların içini doldurup adımlarımızı buna göre atabilmektir.
Peygamberimizden önce müşriklerde hac ibadetine ve Kâbe’ye önem verirlerdi ancak iman, ve cihat şuuru olmayanların bu fiilleri salih amel sayılmıyordu. Demek ki kutsal mekâna madden ve manen temiz gidilmeliydi. Pis olanlar oradan uzaklaştırılmalı ve tahir ve pak olanlara kapıları açılmalıydı.
Kuranı Kerimde ibadetler içinde “Hac” olarak isimleşen bir surenin varlığı da bize hayatın ve haccın ruhunu öğretmektedir. Batıl olan her ne varsa “isteyen ve istenenin aciz” olduğu öğretilmektedir.
Hac bir anlamıyla kıble şuurunu diri tutmanın farklı bir yolunu göstermektedir. Ehli Kıble olmak sadece namazla ilgili değil, tüm hayatın merkezine konulacak bir idraki yaşatmaktır.
Hac Peygamberin öğretisi ve veda hutbesiyle ümmetiyle vedalaşmasının minberidir. Dünün ve bugünün tüm problemlerinin özetlendiği bir nutuktur. Haccın menasikinde olmasa da mikatın en uzak ve o kadar da anlamlı sınırı olan Medine ise edebin ve şeairi İslam’ın muhacir ve ensar ruhuyla yaşatıldığı huzur şehridir. Bu şehirde misafir olmak ve Onun eliyle biat etmenin ne muhteşem bir biatın sembolü olduğunu koruyabilmektir. “Allah’ın eli onların elleri üzerindedir.”
Biz Kurban Bayramı’nı eda ederken huccacı kiram ise hac menasikini eda etmektedir. Bir anlamıyla çifte bayram yaşanmaktadır. Evet hac kalbin Kâbe’yle buluşması ve kalbin hizasında Kâbe’yi tavaf ile manevi yükselişin adresidir.
Haccı sadece gidenler değil onları uğurlayıp onlarla dualaşanlar da idrak etme nasibine ermelidirler. Hac anlamsız heykelleri ve mekanları ziyareti reddedip hakikatin beytini ziyaret ile hidayete talip olmaktır.
Ümmet, ibadetler içinde sadece haccı isimlerimizin önüne koyarak manevi kariyerimizi yaşatmaktadır. Çocuktan kadıa, alimden avama kadar her sınıf insanın imkan dairesinde ziyaret sorumluğu vardır. İmkanı olup ziyareti irade etmeyenler ise manen sorumlu ve suçludur.
Lebbeyk, Allahümme lebbeyk: “Rabbim, dâvetine sözüm ve özümle tekrâr tekrâr icâbet ettim, emrine boyun eğdim. Rabbim senin dâvetine icâbet, boynumun borcudur. Senin eşin ve ortağın yoktur. Rabbim, bütün varlığımla sana yöneldim. Hamd senin, nimet senin, mülk de senin. Bütün bunlarda eşin ve ortağın yoktur senin"