Bu köşe yazısı; Trabzon-Şalpazarı, Sayvançatak Köyü, Gabaklık Mahallesi’ndeki köy evinde inzivaya çekilen Tozlu Camii emekli İmam Hatibi Ali Özdin Hocaefendi’yi ziyaretim sebebiyle muhabbetle kaleme alınmıştır. 

Yıllar önce Ali Hoca’nın davet etmesi üzerine söz vermiştim. Geçen hafta nasip oldu. Sözümü yerine getirmek üzere eşimle beraber yola revan olduk. Köye vardığımızda vakit gece yarısı olmuştu. Nafi, Kardeşim Şükran ve yeğenim Betül heyecanla bizleri bekliyorlardı. 

Sabah kalktığımızda gördüğümüz manzaradan etkilenmemek mümkün değildi. Karadeniz’in meşhur Sis Dağı tüm azametiyle karşımızda duruyordu. 

Vadi boyunca büklüm büklüm uzanan Ağasar Deresi hemen altımızdaydı. Hani şu üzerine “sevdaluk” türküleri yakılan nazlı dere... Şalpazarı ilçesinden doğup Beşikdüzü’nü geçerek Karadeniz'e kavuşan Ağasar Deresi… Kimi zaman uysal, kimi zaman da hırçın yüzünü gösteren Ağasar Deresi görülmeye değer. Sis Dağı’na aşık olmuş da türküler yakar gibi çağıldayıp tüm güzelliğiyle akmaya devam ediyordu…  

Meryem Teyze’nin “doruk” olarak tesmiye ettiği devasa çam ağaçlarından oluşan muhteşem ormana sırtını yaslamış tekirde (serender) oturup çay eşliğinde Sis Dağı’nı temâşâ etmek insanın zihin yorgunluğunu alıyormuş… 

Çoğunlukla mısır depolanan tahıl ambarına yörede tekir deniyor. Zeminden yaklaşık bir metre yükselen beton sütunların üzerine kondurulmuş tekirin özelliği havadar olup nem tutmaması ve pürüzsüz yuvarlak beton sütunlar sebebiyle farelerin ambara tırmanmasına engel olması.  

Karadeniz Bölgesinde genellikle “serender” adıyla bilinen tekir, Ali Hoca’nın arazisinde yer alan iki evin tam ortasına konumlanmış. Gözü yormayan mütenasip ölçüleri ve zarif motifleriyle kestane ağacından ve “çivi kullanmadan” el emeği, göz nuruyla yapılmış. Nafi, hattat ve sanatçı ruhuyla ayrıntıları göstermeseydi belki de fark etmezdim. Estetik ve zerafetin tahıl ambarında bile ihmal edilmediği ruhu ön plana çıkaran büyük bir medeniyetimiz var…

Tereyağı, köy yumurtası, bahçedeki mis kokulu Isparta gülünden yapılan reçel, bal, ev yapımı peynir ve kuzine ateşinde kızarmış ekmek eşliğinde yaptığımız kahvaltıdan sonra civarda kısa bir keşif turu yaptık. Evin arkasındaki orman dibinden dağ çileği toplayıp dalından kiraz kopardık. Yüksek eğimli patika yollarını kullanarak Çardakkıran’a yaptığımız trekking turu da harikaydı. Meğer, dağlarda yürümeyeli uzun zaman olmuş… 

***

Köy sakinlerinden Komşu Mustaa (Mustafa) ile Hatibin İsiin (Hatibin oğlu Hüseyin) sabahın erkeninde geldiler. Kamyoneti yükleyip yola çıkacağız. Bugün göç var. Köyden yaylaya göçülecek. Nafi’nin muhterem annesi Meryem Teyze günlerdir göç için hazırlık yapmış. Kendi elleriyle yaptığı püskül ve boncukları ineklerine takıp ahırdan bahçeye çıkardı. 

Bahçeden çıkıp kapıda bekleyen kamyonete kadar salına salına gelen süslenmiş ineklerin (Arife’nin annesi ve ablası) de keyfi yerindeydi. Beyaz renkli derisi üzerindeki boz benekleriyle, boynunda püskülüyle Arife’de bir başka sevimliydi. Küçük olduğu için onu araca bağlamadık. Arife’nin ilk yayla göçü oldu…

Geçtiğimiz Ramazan Bayramı öncesi arafe günü doğduğu için “Arife” ismi verilen sevimli yavru dananın boynunda zil, ineklerin boynundaysa çan vardı. Yavru veya yetişkin inekler çan sesiyle zil sesi farkından biliniyormuş. Dağlara yayılan hayvanlar es kaza kaybolursa çan sesinden dolayı kolaylıkla bulunuyormuş. Mavili, pembeli, yeşilli boncuklarla süslenmişler, göç yoluna hazırlanmışlardı. Meryem Teyze’nin dediğine göre, göç sabahında boyunlarına boncuk dizeleri takılan hayvanlar yayla göçüne gideceklerini anlıyorlarmış… 
 
Sırplar sebebiyle vatanını terk edip Türkiye’de Kosova Muhaciri olarak hayata tutunmaya çalışan bizlerin ne köyü ne de yaylası vardı… Karadeniz’de yüzyıllar boyu her yaz başında tekrarlanan büyük heyecana şahit olmak, orada olmak güzeldi. Eskiden hayvanlarla birlikte saatlerce yürüyerek yayan yapılan “yayla göçü” şimdi kolaylaşmış. Köyden, Eskala Yaylası’na kadar yol çok düzgün ve asfalttı. Yine de yolculuğumuz bir buçuk saat sürdü. Kamyonetin sahibi Hatibin İsiin, Ali Hoca’nın amcasının oğlu. Meryem Teyze’nin de teyze oğluymuş. Meryem Teyze, gözü gibi baktığı ve çok sevdiği ineklerinden ayrılmadı. Yanına Betül’ü de alarak kamyonetle yola koyuldular. Biz de ortalığı toparlayıp kapıları sırladık. 

Orada adetmiş… Yayla göçüne çıkanlar birbirlerine hayır dua kabilinden yöresel lehçeyle –yumuşak g telaffuz edilmeden-  “Uurlar olsun” derlermiş. Ali Hoca’nın okuduğu Esmâ-ul Husnâ’dan sonra biz de aracımızla yaylaya doğru yola koyulduk…  

Meşhur Kadırga Yaylası’nın yanından geçerek ulaştığımız Eskala Yaylası 2200 metre yüksekliğinde. Genişçe bir çanak içine yayılmış yaylada bizden önce göçenlerle birlikte hayat başlamış… Alabildiğine uzanan yemyeşil meralar, dağ kekikleri muazzamdı. Pınarlardan fışkıran suların birleşerek oluşturduğu dere yatağına paralel olarak ahenkle kıvrılan yol boyunca yürüdük. Nuriye ve bana manzara çok tanıdık gelmiş, yıllar önce zirve yaptığımız Kaçkar Dağlarını hatırlamıştık. Cordana Pınarı’ndan su içtik… Maçka’ya doğru uzanan stabilize yolda biraz yürüyüş yapıp yaylaya geri döndük. 

Karadeniz insanının olduğu yerde caminin varlığı ekmekle su gibi azizdir. Civar köylerden göçen obalar Eskala Yaylası’na mükemmel bir cami yapmışlar. Tuvaletleri bile tertemizdi. 

*
Ali Hoca ve Meryem Teyze’yi yaz sonuna kadar kalacakları yayla evinde bırakıp akşamüzeri köye dönerken hepimizde hüzün vardı. Vedalaşıp ayrılmak hepimiz için zor oldu… 

Köyde geçirdiğimiz son gecenin sabahında Adapazarı’na doğru yola çıktık. Şalpazarı’nda ekşi mayalı Karadeniz ekmeğinden aldım, ilaveten de birkaç adet mısır ekmeği…

Meryem Teyze sağ olsun, ineklerinden sağdığı sütten bize de ayırmış. Elleriyle yaptığı halis tereyağı da cabası…

Büyüklerin yanında bereket vardır. Babası Ali Hoca’nın üzerine titreyen Nafi’nin aldığı hayır dualara gıpta ettim. Keşke benim de babam sağ olsaydı da hizmet edebilseydim… 

Bir zamanlar tekke duvarlarına asılan tablolarda şöyle yazarmış: “Der Yemenî pî şemenî. Pî şemenî der Yemenî.”

Yakın veya uzak olmak önemli değil. Maksat gönülde olmakmış… Ana babanın gönlünden düşeceğine, Sis Dağı’ndan düş daha iyi… Hayırlı evlat olana ne mutlu…