Toplumumuzun İslami hassasiyet ve yaşantısının giderek zayıfladığı, gözle görülür olduğu herkesçe kabul edilmekte ve her yerde konuşulmaktadır.
Hemen hemen herkes; bırakınız çok eskiyi, 15-20 sene öncesini bile aradığını, bu kısa aralıkta bile bozulma ve yozlaşmanın zirve yaptığını, ahlaki değerlerin büyük ölçüde zayıfladığını, edep-terbiye ve hayanın yok olmaya yüz tuttuğunu, haram helal algısının, haram yönünde meşrulaştığını zikretmekte, bu dert ile dertlenmektedir.
Oruç, Cuma, Namaz, Hac ve Umre gibi belli ibadetlerin var olması, hatta birilerine göre arttığı ( ki biz o kanaatte değiliz ) söylense de, onların da içinin boşaltıldığı, bedenden ruha geçemediği, ritüel olarak kaldığı, kabuktan öze,’’kal’’den ‘’hal’’e (söylemden yaşantıya ) intikal edemediği, bedeni ve fiziksel bir olguyu aşamadığı yine acı bir gerçek olarak herkesçe kabul edilmektedir.Aç durmaktan öteye geçemeyen Oruç, bir takım fiziksel beden hareketleri olarak kalan namaz, biraz manevi ve mistik geziyi öteye geçemeyen Hac ve Umre gibi.
Hepsinden vahim olanı da; bu ibadetleri yerine getirenlerin oranının giderek azalması yanında, bu ibadetleri yapanlarda da ahlaki terakkiye vesile olmaması, kötülük ve haramlardan alıkoymaması, daha da kötüsü, dünyevi hedef ve çıkar aracına döndürülmesi, ihlas ve samimiyetten koparılmasıdır.
Tam da bu nokta da, organize , teşkilatlı ve sorumlu büyük bir müessese olan DİYANET akla gelmekte, ne yaptığı ve ne yapması gerektiği, bütün bunlara nasıl cevap verdiği ve vermesi gerektiği hatırlanmaktadır.
Hiç şüphesiz kendini İslami ve vazifeli olarak nitelendiren cemiyet, cemaat, tarikat, dernek, vakıf, resmi ya da özel okul ve benzeri oluşumlarda.
Bu yazı mevzuu Diyanet olduğu için, şimdilik diğerleri üzerinde durulmayacak ve bir başka yazı da ele alınacaktır.
Diyanet teşkilatımız bu kadar cami, İmam Hatip , Müezzin ve Vaaz ( 100 bine yaklaşan cami ve bir o kadar görevli ve büyük bir bütçeden söz ediliyor), bu kadar Kur’an Kursu ve muallim kadrosu ile bu vahim gidişe dur diyememekte, hızını bile kesememektedir. Hiç olmasaydı ne hale geleceğimizin korkunç boyutunu da elbette görerek ve hakkını teslim ederek.
O zaman, mevcut çalışma şekli ve performansı gözden geçirilmeli, bu ulvi vazifenin layıkıyla yerine getirilmesi için yeni ve ilave neler yapılabileceği üzerinde mutlaka durulmalıdır.
Mevcut durumda İmam Hatip ve Müezzinlerimiz, camilerimizde belirlenmiş vazife ile sıtandart bir hizmeti yürütmekte, tam olmasa da devlet memuru sıtatüsü ve muhtevasında, kapsam ve çerçevesinde hizmet verilmekte, camilerimiz daha sivil olan devlet dairesi, İ.Hatiplerimiz de memur gibi algılanmakta ve hizmet bu ana minval üzere götürülmektedir.
Bu kadarıyla olmadığı ve olmayacağı aşikardır.
Acizane önerim; daha önceleri de Başkanlığa da yazdığım gibi, tüm cami vazifelilerimizin tam gün çalışma sistemine, yani, sabah namazı ile yatsı namazı arası bütün bir zaman da hizmette olmalarıdır.
Bunun için; her caminin hinderlandı belirlenerek, namaz vakitleri dışında tebliğ ve irşad çalışmalarının yürütülmesi, camiye gelmeyenlerin ayağına gidilmesi, ziyaret edilip kalbine girilmesi, her türlü sorunları ile ilgilenilerek ilahi tebliğin, nasihat ve ikazın ulaştırılması ve kazanılmaları için özel çaba harcanmalıdır.
Şüphesiz bunun için MİSYONER gibi çalışmak, fedakar olmak, ALLAH RIZASINA talip olmak gerekmektedir. ‘’Ben işyeri mi hizmete açtım, gelen gelir’’ anlayışıyla ticaret olmadığı ve Pazar bulmak için tek tek insanlara binbir tebliğ yolları denenerek ulaşılıp, hizmet anlatıldığı gibi, camilerin de açık olması ve orada bir vazifelinin beklemesi çare değildir.
Yine hiç şüphesiz, çok donanımlı, tebliği bilen, ilmi ve fikri derinliği olan, insanlarla diyalog ve gönül bağı kurabilen, gönülller fethedebilen, fiziği, duruşu, kıyafeti, diksiyonu ve mimiklerine kadar eğitimli İSLAM TEBLİĞCİSİ elemanlara ihtiyaç bulunmakta, evveliyetle mevcutların bu minval üzere ve muhteva da eğitilmeleri gerekmektedir.
Elbette bu işin,maddi altyapısı,alınteri ve özlük hakları da gözden geçirilerek.
Aksi takdirde yozlaşma bütün hızıyla sürecek, 10-15 sene sonra bile bu günü de arayacak, toplum düzeni daha da menfileşecek, cezaevi ve mezarlıkların dolmasının önüne geçilemeyecek, daha da mühimi, ebedi saadet ve kurtuluşu kaybeden kalabalıklar olmamız mukadder olacaktır.
Allah korusun. Hepimize uyanış, diriliş ve kurtuluş nasip etsin.