Oldum olası gülü severim.

Eşim Gülseren, kızım Gülsüm, kurduğum kooperatiflerin isimleri Gülkent, Gülaçtı. En sevdiğim reçel gül, en sevdiğim sabun gül sabunudur, mesela. (Son Isparta seyahatimde gül çayı bile aldım.)

Zira biz gül medeniyetinin çocuklarıyız. Amenna. Gül peygamberinin ümmetiyiz.

Şiir güldür mesela bizde. İyilik güldür, merhamet güldür, vefa güldür.

Gül metaforunun, gül imgesinin onlarca karşılığı, çağrışımı, göndermesi var.

Ona da amenna. Bildik.

Literatüre Üç Yeni Kavram: Güller, Gülebakanlar, Güleyazanlar

Şehir kültürü alanında, son birkaç yıldır yayımladığı eserleriyle çok hızlı ve takdire değer bir giriş yapan Yusuf Ertuğrul Erdem, Değişim Yayınları’ndan çıkan son kitabı Gülebakan ile, güle yeni bir metafor eklemiş oldu: Meczuplar. Eyvallah.

Tebrikler Ertuğrul. Zira, toplumun, şehrin, sokağımızın gülleridir onlar, evet.

Ve toplumda onlara sahip çıkan altın kalpli isimsiz kahramanlar için de bir kavram geliştirmiş kendisi: Gülebakan.

Çok da yakıştı bu kavram onlara. Bihakkın, hakları zira.

Cami cami, cadde cadde, semt semt, şehrin delilerinin çetelesini tutan, adeta kuyumcu terazisizi elinde onları keşfe çıkıp hayat hikâyelerini bize takdim eden Yusuf Ertuğrul Erdem kardeşime - yüksek müsaadelerinizle - bir sıfatta ben hediye etmek istiyorum: Güleyazan.

Bu geniş engin ve zengin çalışmasıyla Yusuf kardeşim bunu hak etmiştir. Yerden göğe kadar, hem de.

Üç Hayalim: Ansiklopedi, Ozanlar Kitabı ve Adapazarı’nın Delileri

Senelerdir yazar söylerim; doğup büyüdüğü şehri kaleme almak, en hafifinden sılayı rahim hükmündedir, diye. Buna gönülden inanan biriyim.

Ve gereğini de yapmaya çalışan. Yazar M. Furkan Özren’in instagramdan benimle yaptığı, şahsıma TYB 2011 Şehir Yazarı Ödülü’nü getiren ‘Aynalıkavak Yazıları’ kitabı söyleşisine hazırlanırken saydım, altmış dört senelik ömrümde, yirmi beş kitabım yayımlanmış; bunun on beşi, direkt veya endirekt Adapazarı veya Adapazarlılar üzerine. Yüzde altmışı.

Çok şükür, dedim. Şehrime az çok görevimi yapmışım, diye düşündüm.    

Ama yakın çevrem bilir, henüz gerçekleştiremediğim üç hayalim daha vardır benim: Adapazarı Ansiklopedisi, Ozanlar kitabı ve Adapazarı’nın Delileri çalışmam.

Tek Kollu Yaşar Amca: Müslümanlar Bu Memleketi Siz Geri Bıraktınız

Son yirmi senedir, Bu şehrin delileri mutlaka yazılmalıdır, yoksa Adapazarı yetim kalır, demişimdir yirmi kere, en az.

Bir akşam Ağa Camii’nden namazdan çıkan cemaate Müslümanlar, bu memleketi siz geri bıraktınız; siz bu dini doğru anlasaydınız, biz de doğru anlardık. Memlekette kurtulmuş olurdu dediğine şahit olduğum, cebinde daima Cumhuriyet Gazetesiyle meydan nutukları çeken, Tek Kollu Yaşar Amca’dan, şehrin tek selatin mabedi olan 700 yıllık Orhan Camii içinde elinde sesini sonuna kadar açtığı radyosuyla bangır bangır İbrahim Tatlıses’ten ayağında kundura / yar gelir dura dura türküsü dinlerken, onu susturmak ve korkutmak için hafiften bir tokat indiren ve sabaha kadar gözü uyku tutmayan Müezzin Hasan Çolak’a ‘nasıl, sabaha kadar sıkıştın, uyuyamadın, değil mi?’ diyen Deli Hamit’e, Gümrükönü Meydandaki 50. Yıl Heykelinin kafasını, senede en az bir kere keserle kıran, mahkemeye çıkartıldığında ise hâkim bey, bakın buradan açıkça ilân ediyorum, bu baş bu gövdede durduğu sürece, o baş o gövdede durmayacak diyen ama cebindeki Bakırköy raporu nedeniyle bir gece dahi tevkif edilemeyen Deli Adil’e…  Ve daha onlarca, birbirinden renkli meczuplarımız.

Adapazarı’nın en temel güzelliği olan bu insanları bir gün mutlaka yazmalıydım.  

Ama fırsat bulup yazamadım, yirmi senedir. Başaramadım. Kusurluyum. Özür dilerim.

Onların Hayatı Roman, Bizimkisi Hikâye

Ve en az onlar kadar bu şehrin güzelliği olan Gülebakanlar.

Cennetmekan Terzi Ali Amca (Taşçeken) mesela. Defalarca gözümle gördüğümden söylüyorum; güllere eliyle her gün çorba, kuru fasulye, pilav pişirip doyuran, ellerini yüzlerini yıkayan, doyurup giydiren mübarek Ali Amca. Oğlu Alaattin Abi ne güzel anlatır: Babam onlardan bazılarını eve de getirirdi. Ve onlar kendilerini ev sahibi, bizi de misafir gibi görürlerdi.

Ali Taşçekenlerin birincil vasfı, meczupları bu dünyanın gerçek sahipleri görmeleridir ya zaten.

Ve nice Terzi Ali Amcalar geldi geçti bu şehirden. Bir kısmı da yaşıyor. Gülebakıyor onlar.

Açıkça ilan ediyorum buradan: Bir şehrin şereflileri, sahipleri, söz sahipleri meczuplarla onlara sahip çıkanlardır. Yani Ertuğrulca söyleyeyim;  güller ile gülebakanlardır. Gerisi teferruat. Hikâye.

Mehmet Şeker’ce konuşayım. Onların hayatı roman, bizimkisi hikâye.

2014 Yılı Dua Ödüllü Kitabını Açıklıyorum: Gülebakan

Benim yapamadığımı Yusuf Ertuğrul Erdem kardeşim yapmış.

Kitabı baştan sona okudum. Başarmış. On kere, yüz kere, bin kere tebrik ediyorum onu.  Gönülden hem de. Canı gönülden. Helal olsun kardeşime.

Çok önemli bir işi başarmış. Gözlerinden, emeklerinden, kaleminden öpüyorum. En yazılması gerekeni yazmış, en yapılması gerekeni yapmış. Ne güzel.

Bir tarafıyla şehir tarihi/şehir kültürü bu kitap, diğer tarafıyla şehir arkeolojisi adeta. Edebiyat biraz da kimsenin görmediğini görmek / göstermek, kimsenin yazmadığını yazmak değil mi? Pekala da öyle.

Ödüllük bir kitap bu. En büyük ödülü de tebrik teşekkür ve dua. 2024 Yılın Dua Ödüllü Kitap Birinciliği, açık ara senin Yusuf kardeş. Yeminle bak. Harbiden ama. Abartısız söylüyorum.

Çok Yaşayın Siz Ey Güleyazanlar

Dünyanın onların sayesinde ayakta olduğuna inandığım güllerimiz çok yaşasın diyorum, ben.   

Çok yaşasın, gülebakanlarımız da.

Ve tabii çok yaşasın güleyazan yazanlarımız. Yusuf Ertuğrullarımız.

Bizler size minnettarınız. Hepinize, bir bir, ayırmadan.

Gül kokulu okumalar efendim.