Kâinatı ve bizi yaratan Rabbimizin saysız nimetlerinde biri de un ve hamurdur. Bunun sonucunda en çok kullandığımız nimetlerden biri de ekmektir. Ekmeğin soframıza gelene kadar geçirdiği yolculuk ve onun yetişmesine katkı sağlayan kişileri saymamız oldukça uzun bir listeye sebep olur. Vakıa suresinde “Ektiğiniz tohumu düşündünüz mü? Onu siz mi bitiriyorsunuz yoksa biz miyiz bitiren? Dileseydik onu kuru bir çöpe çevirirdik de şaşırır kalırdınız: “Doğrusu çok zarara uğradık! Daha doğrusu büsbütün mahrum kaldık” (derdiniz)” buyrulur.

Buğdayın bereketi Bakara suresinde şöyle anlatılır “Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir, Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.”

Buğdaydan un elde edilir, undan hamur yapılır ve ondan da yüzlerce çeşit gıda elde edilir. Aslında hamur bir anlamıyla sofranın sudan sonraki en önemli besin kaynağıdır. Hamur sanatkâr ustaların elinde nice lezzetlere ve şekillere dönüşür. O hamura şekil, tatlı ve acı lezzetler veren insan sadece bu konuda tefekkür etse şükrünü ödeyemez. Suyla unun dostluğu ve ateşle olan yakınlığı ile içindeki katkılarıyla eşsiz bir gıdadır. Fırıncının elinde ki hamur, terzinin elindeki kumaş gibidir, nereden kesip, biçip pişirebileceğini yeter ki bilsin. Biri içimizi diğeri dışımıza sarar ve sarmalar sanki bize can ve güzellik verir. Elinde un ve hamur gördüğüm kişileri ibretle seyre dalarım. Toprağın tohuma, tohumun una, unun hamur ve lezzete dönüş yolculuğu bazen de acı soğanla lezzete dönüşmesi bir hikmeti ilahidir.

Bu yazıyı kaleme alırken esasen aklımda şu vardı. Buğdayın hepsini un eylememeliyiz, bir kısmını tohum olarak toprağa emanet etmek için saklamalıyız. Unutmamalı ki unu ve hamuru toprağa ekip yeni bir buğday elde edemeyiz.  Eğitim öğretimde buna benzer. Kimi hamur olur, kimiyse tohum olarak yetiştirilir.

Bu sebepledir ki geleceğimizin göz aydınlığı olacak neslimizi un ufak etmemeliyiz. Onlardan gelecek için buğday ve bereket olacak insanlar yetiştirmeliyiz. Hamuru bozuk insanlar gelmesin hayatımıza. Fetih suresinde ki şu ayet aklıma geldi. “İncil’deki misalleri ise bir ekindir: Çiftçileri sevindirmek üzere filiz verir, onu güçlendirir, kalınlaşır ve kendi sapları üzerinde durur. Onlar (müminler) yüzünden kâfirler öfkeden kahrolsunlar diye (böyle olmuştur).”

İncil’deki örneğe, yine bugün elde bulunan İnciller’in içinde en uygun düşen parça ise şudur: “Ve Îsâ onlara mesellerle çok şeyler söyleyerek dedi. İşte, ekinci tohum ekmeğe çıktı ve ekerken bazıları yol kenarına düştü ... ve başkaları iyi toprak üzerine düştü, bazısı yüz, bazısı altmış, bazısı otuz kat semere verdiler. Kulakları olan işitsin” (Matta, 13/3).

Bu örnekte Hz. Peygamber çiftçidir; o, İslâm tohumunu Hatice, Ebû Bekir, Ali, Zeyd gibi temiz topraklara yani temiz kalplere, yetenekli zihinlere ekmiştir.

Gazze’deki insanlar una, ekmeğe muhtaçken onlara ne silah, ne de ekmek veremiyoruz. Göz aydınlığı çocuklar enkaz altında can veriyor. Biz ayetlerde İsrail oğullarının firavun tarafından nasıl işkenceye ve şiddete maruz kaldıklarını kitabımız Kur'an'dan okuduk. Şimdi ise lanete müstahak ve gazaba layık olan yahudilerin yaptıkları zulme muhatap oluyoruz. Dünün mazlumları bugünün zalimleri olmuştur fakat yenileceklerdir.