Hepimiz hayatımızın bir döneminde “ya yetişemezsem?”, “ya hata yaparsam?” gibi kaygı dolu düşünceler yaşamışızdır. Önemli bir sınav öncesinde, iş görüşmesine giderken ya da günlük sorumluluklarımız arasında sıkışıp kaldığımızda da olmuş olabilir. Aslında bu his insan olmanın doğal bir parçasıdır. Kaygı, tehlike karşısında bizi harekete geçiren içsel bir alarm sistemidir. Ancak bazen bu alarm, tehlike ortada yokken bile çalmaya devam eder. İşte o zaman bu durum günlük yaşamı etkilemeye başlar. İşte bu tabloya anksiyete bozukluğu devreye giriyor.

Öncelikle şunu bilmeliyiz: Kaygı normaldir. Bir miktar kaygı, bizi motive eder. Ama kaygı yaşam kalitesini düşürmeye başladığında, hayatımızı yönetmek yerine bizi yönetmeye başladığında sorun haline gelir. Yani sınava hazırlanırken biraz kaygılı olmak sizi ders çalışmaya iterken bu kaygı uyuyamamanıza, yememenize neden oluyorsa bu artık sağlıklı değildir.

Danışanlarımın en çok söylediği cümlelerden biri şudur: “Hocam, bir şey olacak gibi hissediyorum ama ne olacağını bilmiyorum” Bu aslında anksiyetenin özünü anlatıyor. Ortada somut bir tehlike yok ama kişi, kendini sürekli tetikte hissediyor.

Modern yaşam, kaygının zeminini daha da güçlendiriyor. Bir yandan sürekli gelen bildirimler, diğer yandan bitmeyen beklentiler sürekli etrafımızda oluyor. Sosyal medya akışında herkesin mükemmel hayatını izlerken, “Ben geri mi kaldım?” düşüncesi zihnimizi kemiriyor. İş stresi, ekonomik belirsizlik, gelecek kaygısı derken, aslında hiçbir fiziksel tehlike yokken bile beynimiz savaş ya da kaç moduna geçiyor. Bu durum bedende de hissediliyor. Kalp çarpıntısı, terleme, nefes darlığı… Çünkü beden, olmayan bir tehdide karşı hazırlanıyor.

Anksiyete yalnızca bir ruh hali değil hem zihinsel hem de fiziksel belirtilerle kendini gösteren bir süreçtir:

  • Sürekli endişe hali
  • Konsantrasyon güçlüğü
  • Nedensiz huzursuzluk
  • Uykusuzluk
  • Kalp çarpıntısı, nefes darlığı
  • Sebepsiz mide sorunları

Bu belirtiler günlük yaşamınızı etkilemeye başladıysa, artık bununla yalnız başa çıkmaya çalışmak yerine profesyonel bir destek almak önemlidir.

Öncelikle şunu unutmamak gerek anksiyete bir kimlik değil, yönetilebilir bir süreçtir. Kendi kendinize “Neden böyleyim?” diye kızmak yerine, bu durumu anlamaya çalışmak ilk adımdır.

Kaygıyla baş etmek için:

1. Nefes egzersizleri yapın: Derin ve kontrollü nefes almak sinir sistemini sakinleştirir.
2. Gerçekçi düşünmeyi öğrenin: Kaygılı bir düşünce geldiğinde “Bunun kanıtı ne?” sorusunu sorun.
3. Rutin oluşturun: Düzenli bir yaşam ve basit günlük aktiviteler zihni yatıştırır.
4. Bedensel hareket ekleyin: Yürüyüş, hafif egzersiz bile beyninizin stresle baş etmesine yardımcı olur.
5. Profesyonel destek almaktan çekinmeyin: Terapi süreci, anksiyeteyi anlamanızı ve yönetmenizi kolaylaştırır.

Unutmayın, bu süreçte yalnız değilsiniz. Anksiyete, çoğu insanın hayatının bir döneminde yaşadığı, ama doğru destekle aşılabilen bir durumdur.

Anksiyete, bir kusur ya da zayıflık değil; beynimizin bize verdiği bir işaret. Onu yok etmeye çalışmak yerine, anlamayı ve yönetmeyi öğrenmek çok daha sağlıklı bir yaklaşım. Kendinize karşı şefkatli olun. Bu süreci bir savaş değil, bir yolculuk olarak görün. Çünkü kaygının ardında, kendinizle ilgili keşfetmediğiniz çok şey olabilir.