Her yıl 15 Mayıs, Filistinliler için bir yas ve hafıza günüdür. 1948'de bu tarihte, Siyanist İsrail terör Devleti'nin resmen kurulmasının ardından yaklaşık 800.000 Filistinli, evlerinden zorla çıkarıldı, köyleri yok edildi, bir halk sürgüne mahkûm edildi. Arapça’da “Felaket” anlamına gelen Nekbe, Filistinlilerin tarihine bir kara leke olarak kazındı. Ancak acı olan, bu felaketin yalnızca bir günle sınırlı kalmamasıydı. Bugün, üzerinden 76 yıl geçmesine rağmen Filistin topraklarında her gün yeni bir Nekbe yaşanıyor.

O tarihte Filistin coğrafyasına beraber bakalım. Siyonist hareketin 20. yüzyıl başlarında hız kazanmasıyla birlikte, İngiliz mandası altındaki Filistin topraklarında Yahudi göçü artmış, Filistin halkının demografik yapısı değişmeye başlamıştı. 1947'de Birleşmiş Milletler, Filistin'in Yahudi ve Arap devletleri olarak ikiye bölünmesini önerdi. Filistinliler bu teklifi reddetti; çünkü nüfusun çoğunluğu Filistinlilerden oluşmasına rağmen toprakların büyük kısmı Siyonist terör devletine verilmişti.

1948 yılında Terör Devleti'nin kuruluşu ilan edilirken, arkasında yakılan köyler, öldürülen siviller, sürgün edilen yüz binlerce insan kaldı. Bu süreçte Deir Yasin, Tantura ve diğer köylerde yaşanan katliamlar, Nekbe'nin sembolleri haline geldi. Filistin halkı için bu sadece bir toprak kaybı değil; aynı zamanda tarih, kimlik ve gelecek kaybıydı.

1967 Arap-İsrail Savaşı (Altı Gün Savaşı) sonrasında Terörist İsrail, Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs, Sina Yarımadası ve Golan Tepelerini işgal etti. Bu işgal, Filistin halkının trajedisini daha da derinleştirdi. Yerleşim yerleri inşa edildi, Kudüs’ün demografisi değiştirilmeye çalışıldı, duvarlar örüldü. Milyonlarca Filistinli mülteci olarak komşu ülkelerde yaşamaya zorlandı. Bugün hâlâ, Ürdün, Lübnan ve Suriye gibi ülkelerde mülteci kamplarında yaşayan Filistinliler, yurtlarına dönme hakkını bekliyor.

Gazze, 2006’dan bu yana abluka altında. Elektrik, su, gıda, ilaç gibi temel ihtiyaçlara erişim kısıtlı. Terörist İsrail’in gerçekleştirdiği hava saldırıları ve kara operasyonlarında binlerce sivil hayatını kaybetti. 2008, 2014, 2021 ve 2023'te Gazze’ye yönelik saldırılar, uluslararası hukukun sistematik olarak ihlal edildiğini ortaya koydu.

Bunca yaşanan katliam karşısında dünyanın demokrasi havarileri, insan hakları savunucuları sessizce olan biteni seyretmeye devam etti. Üzülerek söylememiz lazım ki Müslümanlarda kardeşlerine sahip çıkamadılar ve çıkamıyorlar. Bugün dünya nüfusunun yaklaşık iki milyar ise Müslümanlardan oluşuyor. Üstelik 60 a yakın Müslüman devletten kınama hariç elle tutulur bir yaptırım göremiyoruz. Oysa Allah resulü "Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir” buyurmuştu. Siyonistlerle canı pahasına mücadele eden Filistin halkına kardeş olmaya layık olamadık. Her birimiz kendimize Müslüman kardeşlerimiz bu durumdayken hangi tavrı aldığımızı sormalıyız.

Bu zulüm devleti kurulduğunda ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye olması ise bize ayrı bir acı vermekte. O zalimlerin KKTC’yi halen tanımadığını da bir kenara not edelim.

Dünyanın dört bir yanında sözde barış çağrıları yapılırken, Filistin halkının çığlığı duyulmadı. Sokak hayvanları için yürüyüş düzenleyen vicdanlar, bebeklerin enkaz altında can verdiği Gazze için sessiz kaldı. Siyasetçiler barış mesajları verirken, Siyonist işgalin inşaat makineleri yeni yerleşimler kurmaya devam etti.

Bitmeyen Nekbe ve Ahlaki Sınavımız yaşanmaya devam ediyor. 15 Mayıs 1948 yalnızca bir felaketin başlangıç tarihidir. Asıl felaket, bu trajedinin bugüne dek sürmesi, dünyanın büyük kısmının bunu kabul etmesi ve hatta normalleştirmesidir. Bugün her yeni saldırı, her yıkılan ev, her yetim kalan çocuk, Nekbe’nin bir devamıdır.

İnsanlık bugün ahlaki bir sınavla karşı karşıyadır. Uzayda yeni yaşam alanları arayan medeniyet, kendi gezegeninde adaleti sağlayamıyorsa neyin insanlığından söz edebiliriz?

Gazze’de bir annenin ağıtı, Batı Şeria’da bir çocuğun taşla direnmesi, Kudüs’te bir gencin gözaltında kaybolması, hepimize insanlığın yeniden inşasının neyle mümkün olacağını fısıldıyor: Kardeş olma bilinci, Adaletle, vicdanla, hafızayla.

76 yıldır devam eden bu sessiz çığlık, sadece Filistinlilerin değil, tüm insanlığın vicdanını yaralıyor. Tarihini unutanlar, karanlıkta kalmaya mahkûmdur. Bu yüzden 15 Mayıs'ı sadece bir matem günü olarak değil; hakikatin, adaletin ve insanlığın yeniden inşası için bir uyanış günü olarak görmek zorundayız.