Günümüzde uluslararası arenada en sık duyduğumuz kavramlardan biri “insan hakları”dır. Kulağa oldukça asil, insanca ve evrensel gelen bu ifade, aslında Batının ve siyonist zihniyetin en güçlü propaganda araçlarından biridir. Çünkü onlar için “insan hakları” kavramı, herkese eşit bir hak anlayışını değil; kendi çıkarlarını koruyan bir kalkanı ifade eder. Yani bu kavram, dünyaya evrensel bir değer olarak sunulsa da pratikte sadece belli bir zümreyi, Batıyı ve onların müttefiklerini kapsar.
Bugün “insan hakları” adı altında söylenen her cümlenin, aslında ne kadar sınırlı ve çifte standartlı olduğunu görmek zor değil. Dünyanın neresinde bir Müslüman zulme uğrasa, hangi coğrafyada mazlum bir halk katledilse, Batıdan yükselen sesler ya oldukça cılız çıkar ya da hiç çıkmaz. Oysa aynı olay, Batının kendi sınırlarında ya da kendi çıkarlarına dokunan bir yerde yaşansa, dünyayı ayağa kaldıran bir duyarlılık sergilenir. Demek ki “insan hakları” dedikleri şey, insanlığın hakkı değil; yalnızca kendilerinin hakkıdır.
Tarihe baktığımızda bu anlayışın yeni olmadığını görürüz. Batının insan hakları söylemi hiçbir zaman evrensel olmamıştır. Sömürge dönemlerinde milyonlarca insanın köleleştirilmesi, Afrika’nın talan edilmesi, Asya’nın kan ve gözyaşına boğulması bu zihniyetin en açık göstergeleridir. Bugün değişen sadece yöntemdir; zihniyet aynı zihniyettir. Dün sömürgecilik adıyla yapılan zulüm, bugün “demokrasi ihracı” ya da “terörle mücadele” bahanesiyle sürdürülmektedir. Gazze yaşayan bir dramdır. Ama batı dünyasının devletleri insan hakları konusunda yeteri desteği vermemektedir. Daha geçtiğimiz hafta BM görüşmelerinde ABD denen sözde insan hakları savunucu devlet ateşkes için red oy kullanmış ve gerçek yüzlerini ortaya koymuştur.
Buna karşılık İslam medeniyeti, tarih boyunca insana bakışında adalet ve merhameti esas almıştır. İslam’ın savaş hukukuna baktığımızda, en zor şartlarda bile ahlaki sınırların korunduğunu görürüz. Kadınlara, çocuklara, yaşlılara dokunulmaz; ibadethanelere zarar verilmez; ağaçlar kesilmez, hayvanlara eziyet edilmez. Allah Resulü (sav), savaş anında bile bağ ve bahçelerin tahrip edilmesini kesin bir şekilde yasaklamıştır. İşte bu anlayış, gerçek insan haklarının ve insana verilen değerin kökenini gösterir.
Bugün Gazze’de yaşananlar, Batının ve siyonizmin gerçek yüzünü bir kez daha açığa çıkarmaktadır. Gözlerimizin önünde bir şehir GAZZE yok edilmekte, bebekler katledilmekte, kadınlar ve yaşlılar hedef alınmaktadır. Ne sınır tanıyorlar ne ahlak ne hak ne hukuk. Uluslararası kuruluşlar ise bu vahşete karşı üç maymunu oynamaktadır: Görmüyor, duymuyor, konuşmuyorlar. Oysa söz konusu Batı’da tek bir çocuğun başına en ufak bir şey gelse, dünya ayağa kalkardı. İşte bu çifte standart, “insan hakları” dedikleri masalın aslında nasıl bir kandırmacadan ibaret olduğunu ortaya koymaktadır.
Gerçek şu ki Batının insan hakları söylemi, hakikatte yalnızca kendi çıkarlarına hizmet eden bir araçtır. Onların gözünde hak, güçlünün ve kendilerine yakın olanın hakkıdır. Mazlumun, garibanın, sömürülenin, özellikle de Müslümanların hakkı diye bir şey yoktur.
Oysa gerçek hak anlayışı, yalnızca inanç, ırk veya coğrafya ayrımı yapmadan tüm insanları kapsamalıdır. Bu hakikat, asırlardır İslam’ın öğretilerinde varlığını sürdürmektedir. İnsan onurunu merkeze alan, hakkı ve adaleti herkese eşit dağıtan tek medeniyet anlayışı budur.
Bugün dünyanın her köşesindeki mazlumların ortak feryadı bize şunu gösteriyor; İnsan hakları, Batının elinde bir kandırmacadan ibarettir; ama İslam’ın elinde gerçeğe dönüşen bir emanettir. Ve bu emanet, yarınların adil dünyasının en sağlam temeli olacaktır. Kalın sağlıcakla
Kaynak: YENİ SAKARYA GAZETESİ