Sahne sanatkârları alkışlarla yaşar; seyirci de çoğu zaman alkışla var olur. Sorun, alkışın ne zaman, nerede yapılacağını bilememekte başlar.
Gittiğim bir klasik müzik konserinde ilginç bir çelişkiye tanık oldum. Salonda, yaşlı bir teyze neredeyse bir “görgü zabıtası” gibi görev yapıyordu: Fotoğraf ya da video çekmeye yeltenen herkesi tek tek uyarıyor, hatta birkaç sıra öndekilere kadar uzanıp dürterek mesaj iletiyordu. Niyet iyi, amaç doğruydu; zira konser salonu, cep telefonlarının ışığı ve deklanşör sesleriyle bölünmemeliydi (işin bir de telif boyutu var elbette). Ne var ki aynı teyze, eserin her küçük duraksamasında, her boşlukta alkış başlatıyordu. İşte tam da burada durup düşünmek gerekiyor: Alkış, her beğenide ve her boşlukta yapılan bir refleks midir, yoksa kendine özgü bir adabı var mıdır? Klasik müzik icralarında, operalarda ve tiyatro temsillerinde alkış, yalnızca beğeniyi ifade etmez; aynı zamanda eserin bütünlüğüne ve icracının emeğine duyulan saygının da bir göstergesidir. Bu tür sanat dallarında temel kural şudur:
Alkış, ya aralarda perde kapandığında ya da performans tamamen sona erdiğinde yapılır. Bunun dışındaki alkışlar, iyi niyetli olsa bile, eserin akışını bozar.
Özellikle senfonik icralar ve operalar bölümlerden oluşur; bu bölümler arasındaki kısa sessizlikler eserin doğal yapısının bir parçasıdır. Dinleyicinin alkışla bu boşlukları doldurması, müziğin doğal akışına müdahale etmek anlamına gelir. Üstelik mesele yalnızca estetik değildir: Bu anlar, icracıların nota düzenlemek ve bir sonraki bölüme zihinsel olarak hazırlanmak için ihtiyaç duyduğu teknik duraklamalardır. Beklenmedik alkışlar konsantrasyonu bozarak, özellikle orkestral icralarda senkronizasyon sorunlarına yol açabilir ve böylece alkış, iyi niyetli olsa bile icracının performansını zedeleyebilir.
Tiyatroda da durum benzerdir. Sahne ortasında gelen alkış, oyunun akışını bozar; oyuncuyu karakterden, izleyiciyi duygudan koparır. Nitekim sanatçıların, akış daha fazla bozulmasın diye alkış süresince durup beklediğine sıkça tanık olunur.
Burada gözden kaçan bir başka önemli nokta ise alkışın son derece bulaşıcı bir davranış olmasıdır. Salonda yalnızca birkaç kişinin başlattığı erken bir alkış, saniyeler içinde yayılır. İnsanlar çoğu zaman düşünmeden, sürü psikolojisiyle ellerini çırpmaya başlar. Böylece yanlış zamanda başlayan bir alkış, istemeden bütün salonu etkiler. Tam da bu yüzden alkış adabı bireysel bir tercih değil, herkesin öğrenmesi gereken ortak bir kültür meselesidir.
Bir de işin anma ve yas boyutu vardır. 10 Kasım gibi anma günlerinde, şehit törenlerinde, afet anmalarında alkış olmaz. Çünkü alkış coşkunun ve takdirin ifadesidir; anma ise sessizlik, sükûnet ve saygı ister. Bu tür programlarda alkışlamak, içeriğin anlamıyla çelişir.
Sonuç olarak ne zaman susacağımızı bilmek, ne zaman alkışlayacağımızı bilmek kadar önemlidir.
KAYNAK: YENİ SAKARYA GAZETESİ