”Her sihirbazlık numarası üç bölüm ya da perdeden oluşur. Birinci bölüme vaat denir. Sihirbaz size sıradan bir şey gösterir. İskambil destesi, bir kuş ya da bir insan. Bu nesneyi size gösterir. Son derece gerçek ve üzerinde oynanmamış normal bir şey olduğunu görmeniz için nesneyi incelemenizi ister. Fakat aslında öyle olmayacaktır.   İkinci bölüme dönüştürme denir. Sihirbaz olağan bir nesneyi alır ve onu olağanüstü bir şeye dönüştürür. Hilenin sırrını arıyorsunuz ama bulamazsınız çünkü dikkatli bakmıyorsunuz. Siz sırrı-gerçeği bilmek değil kandırılmak istiyorsunuz. Henüz alkışlamazsınız. Çünkü bir şeyi yok etmek yeterli değildir. Onu geri getirmeniz gerekir. Bu yüzden her sihirbazlık numarasında üçüncü bir perde bulunur. Yani en zor bölüm. Bizlerin deyişiyle, Prestij bölümü...”

Bunları, yönetmenliğini Christopher Nolan’ın yaptığı Prestij isimli filmin başlangıcında kendisini, “sihirbazlar için illüzyon tasarlayan ve gerekli teknik donanımı hazırlayan bir mühendis” olarak tanıtan baş karakterlerden biri anlatıyor. Anlattığı yer bir mahkeme salonu. Mahkemede görülen dava ise iki ezeli rakip sihirbazdan birinin, diğerinin ölümüne sebep olması. Tabi ki hiçbir şey göründüğü gibi değil. Ne sebepler ne de sonuçlar sandığımız gibi çıkmıyor. Çünkü sihirbazların yaptığı numaralarda, dönüştürme sahnesinde bir şeyi (bir deste, bir kuş ya da bir insan) yok etmeleri prestij bölümünde ise geri getirmeleri gerektiği için mahkeme üyeleri sorgulamada epey zorlanıyorlar. Hatta tutuklanan sihirbazın hücresinde her an kendisini de yok edebileceği beklentisi ile güvenlik önlemleri olağanüstü bir şekilde arttırılıyor.

Sinemaya ilgi duyan duymayan herkesin izlemesini tavsiye ettiğim bir film Prestij.  Hırsın ve açgözlülüğün insanları nereye kadar sürükleyebileceğine dair çarpıcı, şaşırtıcı ve zeka ürünü bir senaryoya sahip. Sakin bir ortamda ve pürdikkat izlemek gerektiğini de belirtmemde fayda var. Aslında en başta anlattıkları ile bir anlamda seyirciyi “senaryomuz illüzyonlarla dolu dikkatle izlemelisin” diyerek uyaran bir film ile karşı karşıyayız. Adeta baştan sona bir sihirbazlık gösterisi izliyoruz. Bize vaat edilenin ne olduğunu, nasıl bir dönüştürme bölümü izleyeceğimizi ve sonunda bize alkışlatacak prestij bölümünün nasıl sunulacağını sorgulatarak ve merak içinde bırakarak izletiyor kendisini. Fakat seyirci hakkında bir ön yargı var ve bu ön yargı hikayenin merkez noktasını oluşturuyor: Seyirci gerçeği bilmek değil kandırılmak ister.

Senarist pek de haksız sayılmaz. İnsanoğlu, var olalı beri onu aldatmak için türlü hileler, sihirler, oyunlar hazırlayan ve tek amacı insanı yoldan çıkarmak ve kandırmak olan bir kötülükle karşı karşıya kalmıştır. Bu tuzaklara düşmemesi için yapılan uyarılara rağmen, gerçeği kendisine apaçık bildiren iyiliğe rağmen filmdeki repliği doğrularcasına hareket etmiş ve çoğu zaman gerçeği bilmek yerine kandırılmayı tercih etmiştir. Kandırılmaya bu kadar meraklı olmanın aynı zamanda ahmak kelimesinin tanımında da yer aldığını öğrendiğimde konuyu çok daha ciddi bir şekilde ele almakta fayda olacağını düşündüm.

12.yüzyılda yaşamış olan büyük alim İbnü’l- Cevzi, “Ahmaklar ve Dalgınlar Kitabı” isimli eserinde insanların bu kolay kandırılabilir olma durumunu, bir kısmının dalgın olması, çoğunun gaflet içinde olması ve bazı insanların ise ahmaklık seviyesinde olmasından bahisle örneklerle anlatıyor. Yaklaşık 900 yıl önce yazdığı kitabındaki ahmaklık örneklerine günümüzde fazlası ile rastlamak mümkün olduğundan kitap geçerliliğinden bir şey kaybetmemiş. Güvenilmeyecek insanlara güvenmek, fayda ile zararı ayırt edememek, iyilik yapayım derken kötülüğe sebep olmak, bilmediğini bilmemek ve buna rağmen çok konuşmak ve kendini beğenmek ve fani olduğunu unutmak gibi ilginç huyları barındıran ahmaklığın değişen ölçülerde her insanda olduğuna değiniyor kitap. Hatta her insanda az da olsa ahmaklık olmasını, mutluluğun bir şartı olarak belirtiyor. Fakat ölçü biraz kaçmış ise ondan uzak durulması gerektiğine dair uyarıyor okuyucuyu.

Kitapta, hikmet ehli zatların insanı dört sınıfa ayırdığı belirtilmiş:

“Bilen ve bildiğini bilen; o, alimdir. Ondan ilim öğreniniz.

Bilen ve bildiğinden haberi olmayan; o, uyuyandır, onu uyandırınız.

Bilmeyen ve bilmediğinden haberi olan; o, cahildir, onu bilgilendiriniz.

Bilmeyen ve bilmediğinden haberi olmayan; o, ahmaktır ve ondan sakının.”

 

Günümüzde dört yanımızı saran, türlü illüzyonlarla ve vaatlerle bizim dikkatimizi başka yere çeken ve bu esnada kendi hedeflerini gerçekleştiren sihirbazlar karşısında her zamankinden daha dikkatli olmamızda fayda var. Çevremizdeki insanlara da dikkat etmeliyiz, özellikle bize iyilik etmeye çalışırken zarar verenlere ve devekuşu misali başını kuma gömenlere…

 

HÜSEYİN BURAK UÇAR