"Budala bir adam, elinde bir balıkla sokakta dolaşıyordu. Biri, 'Neden bu balığı sudan çıkarıp gezdiriyorsun?' diye sordu. Adam, 'Bu balık hep suyun altında kapalı kaldı, şimdi onu özgür bırakıyorum!' diye cevap verdi. Bilge bir kişi ona, 'Ahmak! Onun özgürlüğü sudadır, sen onu öldürüyorsun!' diyerek müdahale etti.”
Mevlana Celaleddin-i Rumi bu kısa fakat derin hikayesinde, balıkların suda özgür olduklarını, insanların da kendi doğalarına uygun ortamlarda mutlu olabileceklerini çok güzel anlatıyor ve hikayenin sonunda diyor ki;
“Balık suda yaşamak için yaratılmıştır. Onu karaya çıkarmak, yaratılış amacına aykırıdır. Bu ona iyilik değil işkencedir. İnsanlar da kendi kabiliyetlerine göre yetiştirilmelidir.”
Osmanlı İmparatorluğunda Enderun olarak adlandırılan okullar vardı. Adaylar özel olarak oluşturulmuş, belirli kurallara göre hareket eden gezici ekipler tarafından fizikî, bedenî ve ruhî özellikleri incelenerek seçilirdi.
Fatih Sultan Mehmet tarafından açıldığı bilinen bu okullar saray içinde yer alan okullardı. Sarayda, orduda ve hükûmet işlerinde çalışacak memurları ve hizmetlileri yetiştirmek bu okulun görevi idi.
Fatih Sultan Mehmed'in hocası Molla Gürani, şehzadenin öğrenme tarzına göre ders anlatımıyla ünlüdür. Enderun’da ki eğitim anlayışı da bu anlatımın üzerine inşa edilmişti. Bu anlayışı okulun girişinde yazdığı söylenen şu güzel sözle özetleyebiliriz:
"Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz."
Çünkü bu okullarda her çocuğa aynı eğitimler verilmiyor, eğitim programı onun ilgi alanına ve yeteneklerine göre düzenleniyordu. Bir çocuğu yeteneği olmayan bir alanda zorlamak o bir balıksa uçmaya, bir kuş ise yüzmeye zorlamak anlamına gelmektedir. Yeteneği olmadığı bir alana zorlamak ona işkence gibi gelecektir.
Günümüz eğitim sisteminde standart müfredat, tüm öğrencileri tek tip başarı ölçütüne (üniversite sınavları, akademik notlar) göre değerlendiriyor. Matematikte zayıf bir öğrenci, sanat yeteneği olmasına rağmen "başarısız" etiketi yiyebiliyor. Ona "yüzmeyi öğretmek" yerine "uçma becerisi" dayatılıyor.
Bunun çözümü için, Finlandiya Modeli olarak da bilinen fakat bizim kendi tarihimizde de uygulanmış olan Bireysel Yetenek Haritalaması ve Esnek Müfredat uygulamasına geçilmesi faydalı olacaktır. "öğrenmeyi öğrenme" odaklı, ezbersiz ve mutlu öğrenciler yetiştiren bir model sunan Finlandiya modeli Molla Gürani’nin yaptığı gibi öğrencinin öğrenme tarzı belirlendikten sonra öğretime geçilmesi yöntemini uygulamaktadır.
Amerikalı bir mimar, sistem teorisyeni , yazar, tasarımcı, mucit, filozof ve gelecek bilimci R. Buckminster Fuller’in şu sözü dikkaten değer:
“Bütün çocuklar dahi doğar. Her 10 bin çocuktan 9999'u yetişkinler tarafından hızla ve istemeden dâhilikten arındırılır.”
Ünlü ressam Pablo Picasso da “Bütün çocuklar sanatçı olarak doğar” demiş. Ne kadar doğru bilinmez fakat kesin olan bir şey var ki, eğitim sistemimizin de dayatmasıyla ebeveynlerin çoğu mühendis, avukat, doktor olmadıktan sonra ve veya çok iyi para kazanacakları bir mesleği seçmedikten sonra üniversiteye gitmenin pek bir anlamı olmayacağını düşünüyorlar.
Yaşanmış bir hikayede, gönlünde başka bir aslan yatan bir genç annesinin zoru ile tıbbı kazanıyor, mezun olup diplomasını annesine teslim ettikten sonra asıl yapmak istediği mesleğe yöneliyor. Üniversitede okuduğu bölümle ilgili mesleği yapmayıp başka mesleklere yönelen insan sayısı ülkemizde oldukça fazla. Harcanan emeklere ve yapılan masraflara yazık oluyor elbette.
İngiliz, eğitim danışmanı akademisyen yazar Ken Robinson, YouTube da 150 milyon ile en çok izlenen TED konuşması olan "Do Schools Kill Creativity?" adlı ünlü konuşmasında (2006), eğitim sistemine dair çarpıcı eleştiriler ve yenilikçi fikirler sunuyor:
-Tüm çocuklar doğuştan yaratıcıdır, ancak eğitim sistemi bu yeteneği köreltiyor.
-Okullar, standart testlere ve akademik başarıya odaklanarak sanat, müzik, dans gibi yaratıcı disiplinleri ikinci plana atıyor.
-Katı müfredatlar, yaş gruplarına göre sınıflandırma ve fabrika benzeri okul yapıları değişmeli.
-Çocukları en değerli kaynakları olan hayal güçlerinden koparıyoruz.
-Her çocuğun farklı öğrenme stili ve potansiyeli vardır.
-Yaratıcılığı matematik ve fen kadar ciddiye alan, bireysel yetenekleri keşfetmeye dayalı, hata yapmayı öğrenmenin parçası olarak gören bir sistem oluşturmalıyız.
-Bir balığı ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsak, ömrünü aptal olduğuna inanarak geçirir.
-Eğitim, bir maden ocağı gibi değil, bir bahçe gibi olmalı. Çocukların doğal yeteneklerini filizlendirmeliyiz.
Sonuç olarak Robinson da, Finlandiya Eğitim Sistemi de Osmanlıda uygulanan eğitim sistemine benzer tespitler ve öneriler sunmakta. Hepsi kısaca eğitimin standartlaştırılmış değil, kişiselleştirilmiş olması gerektiğini savunuyor ve temel mantık olarak Mevlana’nın hikayesindeki ve Enderun’daki balık ve kuş metaforunu kullanıyorlar ve diyorlar ki:
Balıkları uçmaya, kuşları yüzmeye zorlamayın.
HÜSEYİN BURAK UÇAR