Tarih, yalnızca şanlı zaferlerin, kahramanlıkların ve parlak başarıların toplamı değildir. Bazen içimizi acıtan, çoğu zaman hatırlamakta zorlandığımız üzücü hadiselerle de karşı karşıya kalırız. Ne yazık ki biz millet olarak tarihin bu hüzünlü sayfalarını ya bilmiyoruz, ya unutuyoruz ya da gündeme getirmeyi tercih etmiyoruz. Özi Kalesi’nin düşüşü, diğer adıyla Özi Katliamı, işte bu unutulmuş acılardan biridir.

Osmanlı Devleti’nin duraklama dönemine girdiği, siyasi dengelerin sarsıldığı ve Küçük Kaynarca Anlaşması’nın imzalandığı o çalkantılı süreç, bize çok önemli bir hakikati hatırlatır. Düşman, hiçbir dönemde katliamdan vazgeçmemiştir.

Özi’de yaşananlar bunun en acı örneklerinden biridir. (Bu arada özi Karadeniz’in kuzeyinde, Aksu/Bog/Buğ (eski adı İpanin) nehriyle Özü (Dinyeper) nehrinin döküldüğü kıyı gölünün kuzey kenarında Kılburun karşısında önemli bir yarımada üzerinde bulunur). Kanuni Sultan döneminden I. Abdülhamit dönemine kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. Karşılıklı anlaşmalarla Ruslara Kale teslim edilmesine rağmen içerideki 25 bini aşkın Müslüman kadın, çocuk ve yaşlı, savunmasız hâlde vahşice katledilmiştir. Bu elim hadise tarihin kara lekelerinden biri olarak kayıtlara geçmiş, fakat buna rağmen bugün neredeyse hiç konuşulmaz hâle gelmiştir.

Olayın şiddeti yalnızca can kayıplarıyla sınırlı değildir. Dönemin padişahı I. Abdülhamid Han, haberi aldığı anda derin bir kedere kapılmış, üzüntüden felç geçirerek kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Katliam haberini alıp ferlç geçirdiğinde müdahale eden hekimbaşına “Ben ne kadar kadersiz bir sultanım ki böyle bir katliam ben tahttayken yaşandı. Hasan Efendi, padişahına iyice bak! Bu son hizmetindir. Artık padişahını elinden aldırdın!” Oysa I. Abdülhamid Han, dönemin yenilikçi, halkla iç içe olan ve devleti çöküşten uzaklaştırabilecek adımlar atan güçlü liderlerinden biriydi. Bu üzüntü onun ölümüne sebebiyet verdi. Buna rağmen hem adı hem de yaşadığı bu acı günümüzde hak ettiği ilgiyi görmemektedir.

Tarih bizi sadece başarılarımızla değil, aynı zamanda acılarımızla da büyütür. Bu nedenle, Özi Katliamı gibi vakalar unutulmamalı; genç nesillere öğretilmeli, ibret alınması gereken hadiseler olarak hafızalarda tutulmalıdır. Çünkü geçmişinden ders çıkarmayan milletler, geleceğini sağlam inşa edemez.

Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan zulümlere baktığımızda, Özi’deyaşanan vahşetin bir benzerini ne yazık ki Gazze’de görüyoruz. Masumların, kadınların, çocukların hedef alındığı bu katliamlar, insanlığın ortak vicdanını kanatmaya devam ediyor. Dün Özi’de yaşanan ne ise, bugün Gazze’de yaşanan da aynı zulmün başka bir yüzüdür. Bu noktada bir gerçeği daha vurgulamak gerekir;

Güçlü olmayan milletler, tarih boyunca her zaman hedef olmuştur.

Bugün Türkiye, savunma sanayisindeki atılımlarıyla dünyada adından söz ettiren bir ülke hâline geliyor. Yakın tarihte geliştirilen İHA’lar, SİHA’lar, hava savunma sistemleri ve hâlen üzerinde çalışılan yeni silah teknolojileri, yalnızca teknik birer başarı değildir; bağımsızlığımızın, caydırıcılığımızın ve geleceğe güvenle bakabilmemizin temelidir. Bu projeler mutlaka desteklenmeli; halkımız tarafından da benimsenmeli, değer verilmelidir. Zira biz, sadece kendi yurdumuz için değil, dünyanın neresinde olursa olsun masumların uğradığı zulmü durdurmak için güçlü olmak zorundayız. Bir katliamı engellemenin yolu, sözden önce caydırıcı bir kudrete sahip olmaktan geçer.

17 Aralık, Özi Katliamının yıl dönümü olarak gençlere, gelecek kuşaklara hatırlatılması gereken önemli bir tarihtir. Çünkü mazisini unutan milletlerin yarınlara güvenle ilerlemesi mümkün değildir.

Atalarımızın nasihati bugün de geçerlidir. “Hazır ol cenge İstiyorsan Sulh-u salah.”

Bu söz, dün olduğu gibi bugün de milletimizin ayakta kalmasının temel çizgisidir.

Allah, devletimize güç kuvvet versin, mazlumları korusun; bugün ve geçmişte katledilen tüm kardeşlerimize rahmet eylesin. Zulmün karşısında duran, adalet için çalışan herkese kuvvet versin.

KAYNAK: YENİ SAKARYA GAZETESİ