Türkiye son zamanlarda, demokrasi kültürünün sınandığı, sağduyunun ise ciddi bir tehdit altında olduğu günlerden geçiyor.
Öyle ki farklı görüşlerden, farklı geçmişlerden gelen siyasi figürlere yönelik saldırılar, artık münferit vakalar olmaktan çıktı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ta yuhalanması, merhum Alparslan Türkeş’in kızı Aybüke Türkeş’in protesto edilmesi ve son olarak CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e düzenlenen yumruklu saldırı, birbirinden bağımsız gibi görünse de aynı tehlikeli çizgide buluşuyor;
Demokrasiye yönelik sistematik bir tahribat.
Bir Cumhurbaşkanının, üstelik dost ve kardeş bir ülkede yuhalanması, yalnızca bir lidere değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yöneltilmiş bir saygısızlıktır.
Bu tür olaylar, diplomatik nezaketi zedelerken, iç siyasette de gerilimleri körükler.
Mesaj açık;
“Sana artık dışarıda bile alan tanımıyoruz.”
Bu, kişiye değil makama yapılan bir saldırıdır.
Makamları değersizleştirmenin ise iç ve dış dengelere büyük zararları olur.
Öte yandan, bir şehit öğretmenin adını yaşatmak amacıyla düzenlenen törende, Aybüke Türkeş’in sırf soyadı üzerinden protesto edilmesi, siyasi öfkenin artık toplumsal hafızaya ve vicdana bulaştığının göstergesidir.
Şehitlik gibi kutsal bir değerin bile siyaset üstü kalamadığı bir iklimde, ne birlik sağlanabilir ne de toplumsal barış.
Ve en vahimi olanı;
Ana muhalefet lideri Özgür Özel’e, herkesin gözü önünde gerçekleştirilen yumruklu saldırı. Bu olay sadece bir kişiye değil, ifade özgürlüğüne, demokratik temsil hakkına ve siyasal çoğulculuğa indirilen bir darbedir.
Yumruk, sadece Özel’e değil, ona oy veren milyonların iradesine atılmıştır.
Fiziksel saldırı, siyasetteki farklılıkları çözmenin değil, siyaset dışı yollarla bastırmanın simgesidir.
Bu üç olay; farklı kişiler, farklı ortamlar ve farklı gerekçelerle gerçekleşmiş gibi görünse de, hepsi aynı tehlikeli gidişatın parçalarıdır.
Demokratik zemini kaydırma, toplumu korku ve öfke sarmalına sokma ve kutuplaşmayı kalıcı hale getirme çabası.
Unutulmamalıdır ki bir ülke, liderlerini savunamadığında; hangi görüşten olursa olsun, saldırıya uğrayanı sahiplenemediğinde; sadece siyaset yara almaz, toplumun vicdanı da çürümeye başlar.
Çünkü bugün sustuğumuz saldırı, yarın bizim fikrimize, bizim temsilcimize yönelir.
Sessizlik, şiddetin cesaretini büyütür.
Devletin bütün kurumları, adalet ve güvenlik mekanizmaları bu süreçte tarafsız ve hızlı bir şekilde görevini yerine getirmeli toplum vicdanını rahatlatmalıdır.
Kimi sevdiğimize göre değil, hukuka göre tavır almalıyız.
Çünkü hukukun tarafsız olmadığı yerde, yarının mağduru kim olacağı bilinmez.
Toplumsal sağduyu ise her zamankinden daha kıymetlidir. Liderleri sevmeyebiliriz, eleştirebiliriz; ama saldırılara susmak, hiçbir ahlaki ya da siyasi duruşla açıklanamaz.
Birlikte yaşamın en temel şartı; farklılıklarla bir arada kalabilmektir.
Bugün siyasetçiye yumruk atılır, yarın gazeteci susturulur, öbür gün sıradan bir vatandaş konuşamaz hale gelir.
Zincir böyle kırılır. İşte bu yüzden, bu saldırılara karşı ortak bir toplumsal refleks geliştirmek zorundayız.
Çünkü mesele bir parti meselesi değil, memleket meselesidir.
Bu saldırılar ve itibar zedelemeleri derinlemesine analize muhtaçtır.
Selam ve Dua İle…
Ne Zaman İnsan Oluruz?
“Bu Olaylara Amasız karşı durduğumuzda.”