“Dindarlığın Görünürleşmesiyle Başlayan Ahlaki Erozyon ve Çürüme
Türkiye’nin son çeyrek yüzyılı, “dindarlığın siyaset, medya ve tüketim kültürüyle iç içe geçtiği” bir dönem olarak tarihe geçecektir.
Bir zamanlar “tevazu, iffet ve mahremiyetin timsali olan muhafazakâr yaşam” biçimi, giderek “gösterişin, şatafatın ve dünyevi ihtirasların” sahnesine dönüştü.
Bugün artık “mütedeyyin sosyete” kavramı bir çelişki değil, bir toplumsal gerçekliktir.
“Tesettür markalaşmış, ibadet bir ritüel olmaktan ziyade bir imaj unsuruna indirgenmiştir.”
“Hac turizme, oruç diyete, namaz spora, başörtüsü ise kimlik sembolünden çok moda aksesuarına” dönüşmüştür.
Bu dönüşümün en çarpıcı tarafı, dünyevi hazların “helal” etiketiyle meşrulaştırılma çabasıdır.
“Alkolsüz mojito, helal likör, helal şampanya, helal masaj salonu,” hatta “helal selülit kremi” gibi garabetlerin varlığı, ahlaki yozlaşmanın geldiği noktayı özetler.
Bu tür ürünler, modern hayatın “tüketim arzusunu” “dini kılıfa” sokarak vicdanları rahatlatmakta, ama aynı zamanda “sahte bir maneviyat” üretmektedir.
İslam’ın özündeki “takva bilinciyle” bağdaşmayan bu anlayış, “dini yalnızca biçimsel bir vitrine” dönüştürmüştür.
Kökleri “Batı hayranlığına” dayanan bu “gösteriş kültürü,” artık muhafazakâr camianın da içine işlemiştir.
“Tesettür sosyetesi” adı altında altın varaklı pastalar, tahtırevanlı düğünler, semazenli partiler düzenleniyor. Mevlitler, bebek cinsiyet partileri ve “after umre” kutlamalarıyla karışıyor.
Bir zamanlar “mahremiyetin sembolü olan tesettür,” artık “teşhirin bir aracı” haline gelmiş durumda.
Bu durum, sadece bireysel tercihlerle açıklanamayacak kadar derin bir toplumsal dönüşümün ürünüdür.
“Din, artık içsel bir ahlak rehberi değil; sosyal statü ve ekonomik güç gösterisinin bir parçası” haline gelmiştir.
Bu “yozlaşmanın kökeninde” “aşağılık kompleksi” yatmaktadır.
“Batı’yı taklit” etme hastalığı, özgün bir “İslami medeniyet” bilincinin yerini almıştır.
Ascot yarışlarındaki düşeslere özenen kadınlar, tüylü şapkalarla mevlitlere katılıyor; lüks otellerde, sözde “İslami eğlence” adı altında partiler düzenleniyor.
Dindarlık, bir iç arınma hali olmaktan çıkmış, tüketim toplumunun en kârlı pazarı haline gelmiştir.
Helal markalar, dini sembolleri ticarileştirerek “İslam’ı satmakta”; mütedeyyin kesim de bunu bir “medeniyet göstergesi” olarak satın almaktadır.
“Siyaset, bu kültürel çözülmenin hem nedeni hem de sonucudur.”
Dindar kitlelerin “iktidar nimetlerinden pay alma” arzusu, dünyevi hırsları kutsallaştırmıştır.
İktidar çevrelerinde yaşanan ahlaki skandallar, lüks düşkünlüğü, kumar, yolsuzluk ve uyuşturucu vakaları, bu çürümeyi apaçık göstermektedir.
“Rabia” işaretiyle dindarlık pozları verenlerin, “jakuzide kadeh kaldırırken” görüntülenmesi, “İslam’ın adalet, dürüstlük ve tevazu ilkeleriyle taban tabana zıttır.”
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Bu “dönüşümün sorumlusu kim?”
Yalnızca “siyasetçiler mi?” Hayır.
Asıl sorumluluk, “hakikati unutup şekle takılan toplumundur.”
İslam’ın özündeki “sade yaşama, merhamete, paylaşmaya ve adalete yabancılaşan” herkes bu çürümeden pay almıştır.
“Din, vicdanlardan çıkıp markalara, organizasyon şirketlerine, otel salonlarına taşındığında” kaçınılmaz son başlamıştır.
Bir milletin ahlakı, ibadetle değil; adaletle, merhametle ve hakkaniyetle ölçülür.”
“Bugün toplumun yaşadığı yozlaşma, inancın değil; inancın istismar edilmesinin sonucudur.”
“Dindarlığın gösterişe, ahlakın vitrine, takvanın statüye dönüştüğü bir yerde Allah’la aldatma tehlikesi kaçınılmazdır.
“İnandığımız gibi yaşamayı bıraktık; yaşadığımız gibi inanmaya başladık.”
Bu yüzden “huzurumuz yok,” çünkü içimizdeki “çelişki büyüdükçe maneviyatımız küçülüyor.”
“Dinin özü gösterişte değil, sessiz bir tevazudadır.”
“Gerçek dindarlık, lüks arabalarla, şatafatlı düğünlerle değil; kul hakkına riayet, nefsi terbiye ve vicdan muhasebesiyle mümkündür.”
Bugün hâlâ bu ülkede imanla gösteriş arasındaki farkı hatırlatacak kadar cesur insanlara ihtiyaç var.
“Çünkü bir milletin çöküşü, ahlaki sarsıntıyla başlar;” yeniden dirilişi de oradan filizlenir.” (Gökhan Dihkan’dan alıntı)
Gökhan kardeşimizin izahına tümüyle katılarak,
Özet olarak şunu söyleyebiliriz: Müslümanlar kapitalizme yani mevcut sisteme tam anlamıyla entegre olmuş, kapitalizme abdest aldırmış, abdestli kapitalizme geçiş yapmışlardır.
Her zaman olduğu gibi istisnaları, istisna tutarak, toptancı bir yaklaşıma girmeyerek. 25.10 2025