Gündelik yaşamın koşturmacasında zaman zaman hepimiz bitkin düşebiliriz. Ancak bazen bu bitkinlik ve yorgunluk hali hiç geçmiyor gibi gelebilir. Keyif aldığımız şeyleri yaparken bile dinlenemiyorsak, sabahları uykudan yorgun kalkıyorsak, bu durum artık kronik bir bitkinliğe dönüşmüş olabilir. Yani sadece bir yorgunluk değil, bir tükenmişlik söz konusu olabilir mi?
Tükenmişlik sendromu, ilk kez 1974 yılında literatüre “başarısızlık, yıpranma, enerji ve güç kaybı ya da insanın iç kaynakları üzerinde karşılanamayan istekler sonucunda ortaya çıkan tükenme durumu” olarak geçmiştir. Daha çok 25 ila 45 yaş arası bireylerde görülür. Genellikle yoğun iş hayatı, sosyal ve ailevi sorumlulukları olan, gelecek kaygısı yaşayan bireyler bu durumdan etkilenir. Ancak son yıllarda, 18 ila 24 yaş arasındaki genç bireylerde de tükenmişlik oranlarının arttığı gözlemlenmektedir. Bu yaş grubundaki bireyler; yaşamlarındaki belirsizlik, gelecek kaygısı, sosyal baskılar ve artan sorumluluklardan etkilenmektedir.
Cinsiyet açısından bakıldığında, kadınlar erkeklere kıyasla daha yüksek oranlarda tükenmişlik yaşamaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri, modern yaşamın getirdiği iş-aile dengesi kurma çabası gibi etkenler, kadınlarda tükenmişliğin daha yaygın görülmesine neden olmaktadır.
İnsan bedeni, stres karşısında aşamalı olarak tepki verir.
1. Alarm Aşaması: Stres yaratan bir durumla karşılaşıldığında, otonom sinir sistemi devreye girer. Adrenalin salgılanır, kan şekeri yükselir, mide asidi artar, terleme başlar ve birey uyum sağlamakta zorlanabilir.
2. Direnme Aşaması: Stres devam ettikçe, vücut tehditleri ortadan kaldırmak için normalin üzerinde direnç gösterir.
3. Tükenme Aşaması: Stres uzun süreli hale gelirse, organizmanın kaynakları tükenir ve stresle baş etme kapasitesi azalır.
Stres haftalarca hatta aylarca sürüyorsa ve bu duruma isteksizlik, duygusal çöküntü gibi durumlar eşlik ediyorsa, bu noktada tükenmişlik sendromundan söz edebiliriz. Tükenmişlik yaşayan birey, artık önceki işlevselliğini sürdüremez. Dikkatini toplamakta zorlanır, motivasyonu ve üretkenliği düşer. İş yerinde yaptığı işi adeta otomatik bir şekilde yerine getirir, yardım ettiği kişilere karşı duygusal mesafe koymaya başlar. Önceden dakikken artık geç kalma ya da işleri erteleme davranışları sergileyebilir. Bu yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal bir tükenmişlik halidir. Kişi “hiçbir şeye gücüm kalmadı” hissini yoğun bir şekilde yaşar. En belirgin belirtilerden biri de bireyin kendine yabancılaşmasıdır. Kendi kendine sık sık “Ben kimim?”, “Ne yapıyorum?” gibi sorular yöneltebilir.
Özellikle COVID-19 pandemisinden sonra tükenmişlik sendromu ciddi bir artış göstermiştir. Pandemi sürecinde insanlar evden çalışmaya alıştı. Ancak sonrasında tekrar ofise dönüş gerektiğinde bu denge sağlanamamıştır. Artık insanlar 7/24 ulaşılabilir durumdadır. İş yalnızca ofiste değil, cebimizdedir. Bu da zihinsel olarak işten kopamamaya ve dinlenmenin engellenmesine neden olmaktadır. İş yerleri ve eğitim kurumları, hitap ettikleri kitlelerden hep daha fazlasını istemektedir. Özellikle genç yetişkinlerde “başarılı olmak = değerli olmak” inancı yaygındır. Bu da “hep daha iyisini yapmalıyım” düşüncesiyle içten içe bir çürümeye yol açar. Öz takdir ve öz şefkat anlamını yitirir.
Sosyal medyada suni biçimde sürekli gösterilen mutlu, sağlıklı, üretken ve başarılı insanlar; toplumsal yetersizlik duygusunu körükler. Gerçek duygular bastırılır, içsel çatışmalar baş gösterir.
Bu nedenle, bu durumla baş ederken sınır koymayı öğrenmek hayati önemdedir.
Hayır diyebilmek ve kendimizi öncelik sırasına almak ilk adımımız olmalıdır. Bedenimizi ve zihnimizi dinleyerek yorulduğumuz anlarda mola vermek, kişisel alanlar yaratmak gereklidir. Gün içinde kendimize ait zaman dilimleri oluşturmalıyız.
Tükenmişliği bir sendroma dönüştüren en besleyici unsur, duyguların bastırılmasıdır. Bu yüzden, duygularımıza dair farkındalığımızı artırmak, onları adlandırmak ve ifade etmek çok değerlidir. Yetersizlik duygusunun bizi ele geçirmesine izin vermemeliyiz. Bunun yerine:
Gerçekçi hedefler koymalı, sürekli en iyiyi yapmaya çalışmak yerine sürdürülebilir performansı hedeflemeliyiz. Bizi boğulmaktan kurtaracak sosyal destek ağımızı güçlendirmeliyiz. Ailemiz, arkadaşlarımız veya meslektaşlarımızla hem kendimizi dinleyebileceğimiz hem de paylaşımda bulunabileceğimiz alanlar oluşturmak, tükenmişlikten korunmada önemli bir kalkan olacaktır.
Unutmayalım ki; önleyici müdahaleyi yaşam tarzı hâline getirmek, modern dünyada tükenmişlik sendromuna karşı en güçlü savunmamızdır.