Birçok insan yaşadığı duyguları anlamlandırmakta zorlanır. Kimi zaman aynı döngüleri tekrar ettiğini fark eder ama sebebini bilemez. “Neden hep aynı insanları hayatıma çekiyorum?” ya da “Beni tetikleyen şeyin ne olduğunu bilmiyorum ama yoğun bir duygu hissediyorum” gibi cümleler, aslında duygusal mirasın izlerini taşıyor olabilir. Çünkü her aile, yalnızca maddi değil, duygusal bir miras da bırakır. Bu miras çoğu zaman sessizdir ama etkisi derindir.
Ailemizden yalnızca göz rengimizi, boyumuzu ya da genetik hastalıkları değil; kaygı biçimlerini, başa çıkma yollarını, sevgi gösterme kalıplarını, hatta bazen travmaları bile devralırız. Bu aktarımın bir bölümü farkında olmadan, bakarak, hissederek ve içinde büyüyerek gerçekleşir. Bir annenin yıllarca bastırdığı korku, çocuğun dünyaya karşı geliştirdiği güvensizlikte vücut bulabilir. Bir babanın kendine bile itiraf edemediği yetersizlik duygusu, oğlunun sürekli kendini ispat etme çabasında ortaya çıkabilir.
Psikolojide bu duruma “kuşaklar arası travma aktarımı” denir. Özellikle savaş, göç, ihmal, duygusal yokluk, şiddet veya büyük kayıplar gibi kolektif ya da bireysel travmalar eğer işlenmeden, konuşulmadan, iyileştirilmeden kalırsa, bir sonraki kuşağa geçer. Bu geçiş genellikle sözcüklerle değil sessizlikle, beden diliyle, tepkilerle ve aile içi dinamiklerle olur.
“Bizde duygular konuşulmazdı, annem hep güçlüydü, hiç ağlamazdı, babam hiçbir zaman sevdiğini söylemezdi...” Bu tür cümleler aslında bize çok şey anlatır. Ailede bastırılan her duygu, bir başka biçimde ortaya çıkar. Çocuklar, o duyguların taşıyıcısı olur. Konuşulmayanlar kaybolmaz yalnızca şekil değiştirerek varlığını sürdürür.
Duygusal mirasın farkına varmak, kişisel iyileşmenin ve duygusal özgürleşmenin başlangıcıdır. Çünkü bir duygu fark edildiğinde ve ismi konduğunda, artık yönetilebilir hale gelir. Bu süreçte kişi kendine şu soruları sorabilir: “Bu duygu gerçekten bana mı ait, yoksa bana öğretilmiş olabilir mi?” "Ailemde başka kim böyle hissediyordu?” "Hangi döngüleri ben de farkında olmadan sürdürüyorum?”
İyileşmek demek, geçmişi inkâr etmek değildir geçmişle yeni bir ilişki kurabilmek demektir. Ailemizden gelen mirası reddetmeden ama aynı zamanda bize zarar veren yönlerini dönüştürerek, hem kendimize hem de bizden sonraki kuşaklara daha sağlıklı bir zemin bırakabiliriz.
Unutmamak gerekir ki, her miras yük değildir. Dayanıklılık da, şefkat de, bağlılık da bir mirastır. Mesele, hangi parçaların bize iyi geldiğini tutmak, hangilerininse artık bırakılması gerektiğini fark etmektir.
Ve belki de çocuklarımıza bırakabileceğimiz en kıymetli miras, kendi hikâyemizi farkındalıkla yazmaya başlamamızdır.