“ Sivil Toplum Örgütleri (STÖ),”  ya da “sivil inisiyatif” denince; resmi olmayan, devlet ve kurumlarından  bağımsız, hükümet dışı, sosyal, kültürel,  çevresel, iktisadi ve hukuki  konularda çalışmalar yapan, doğru olanı devlete siyasete, siyasi erke, hükümete ve idari erke rağmen söyleyen, ikbal, istikbal, siyasi ve dünyalık hiçbir hesabı olmayan, sadece millet yararına çalışan, toplumsal olaylarda  hukuki ve doğru tepkisini ve tavrını koyan,  üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve üyelik ödemeleri ile sağlayan, devletten, hükümetlerden ve siyasetten beslenmeyen kuruluşlar akla gelmekte, “STÖ”  böyle tanımlanmaktadır.

               Bilindiği gibi STÖ;  oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet göstermektedir. Hiç şüphesiz bunlara “cemaatleri” de eklemeliyiz.

               Tanım üzerinden hareketle,  ülkemizdeki  birçok  cemaatler dahil, STÖ’ne bakıldığında,  tanıma uygun  bir yapılanmayı  göremediğimiz ortadadır.

               Öncelikle, Türkiye de STÖ’nin birçoğu ekseriyetle sağlıklı bir zemine, yapılanmaya ve işleyişe sahip  değildir. Bu durum herkes tarafından bilinmekte ve yıllardır bariz bir şekilde görülmekte ve hep şikayet konusu olmaktadır.

                Bir kere STÖ’mizin çoğu son derece güçsüzdür. Hem  üye  hacmi  hem de iktisadi yönden zayıftır. Bu durum; hem etkili ve işlevsel, hem de BAĞIMSIZ, TARAFSIZ, SİVİL  VE ADİL olmaları önünde en büyük engeldir.

                Daha da olumsuz tarafları; seçim ve yönetimlerinde  açıklık  olmaması, üye iradesinin tam tecelli edemeyişi, kazanç ve harcamalarında şeffaflık olmayışı, siyasi partilerde olduğu gibi, birtakım lobilerin, ayak ve çıkar oyunlarının,  vesayet ve tabuların etkin olması, ele geçirenin elinde uzun yıllar kalması, kişisel ikbal ve istikbal hesaplarına alet edilebilmeleri, bir yerlere gelebilme zemini olarak kullanılabilmeleridir. Eline geçirenin bir daha bırakmak istemeyişi ve bunun için her türlü  oyunlara, haksızlık ve hukuksuzluklara başvurabilmesidir.

                Diğer yandan, siyasi ve ideolojik bir yapılanma ve parçalanma içindedirler. Ekseriyetle her biri siyasi ve ideolojik taraf olarak bağımsız, tarafsız ve adaletli olabilme özelliklerini, işlevlerini ve güvenirliklerini zedelemiş durumdadırlar. Özellikle siyaset ve iktidarın yan kuruluşu, payandası ve bazen da “kendisi” olabilmektedirler.

                En mühimi ve en kötüsü ise; bir yandan siyasi tarafgirliğin bir parçası olma, diğer yandan da iktisadi güçsüzlüğü ortadan kaldırmak, güç  ve imkan devşirmek, ayrıcalıklar elde etmek için, siyasete, hükümetlere, devlete  ve kurumlarına muhtaç olarak, oralardan beslenmeleri, dolayısıyla “yardım alan emir alır” durumuna düşmeleri, böyle olunca da  devletin ve kurumların yanlışlarını söyleyememeleri, göz yummak durumunda,  hatta destek olmak mecburiyetinde kalmalarıdır.  Bazan da siyasi ve ideolojik tarafgirlikle bunu gönüllü olarak yapabilmeleridir.

               Bütün bunların sonucu olarak, ülkemizdeki STÖ, oldukça sorunlu olup, en azından bir bölümü “sivil, bağımsız,tarafsız,adil” olma özelliklerini zayıflatmış  bulunmaktadır. Dolayısıyla “sivil güç” merkezleri olmaktan uzaklaşmış durumdadırlar.

               Önemli ölçüde “sarı” sendika, vakıf, dernek, oda hükmünde olan STÖ’ nin sayısının az olmadığı herkesçe bilinmekte ve bariz bir şekilde görülmektedir.

               Maalesef bu durum yıllardan beri aynıdır ve aynı minval üzere yürümeye devam etmekte, hiç değişmemektedir. Bundan azade STÖ’ni elbette istisna olarak bir kenara koyuyoruz. Maalesef bunlarda çok güçsüz, iktisadi ve üye potansiyeli olarak  son derece zayıf ve işlevsiz, sesleri çıkmaz ve duyulmaz haldedir. Seslerini çıkarmamak ve duyurmamak için de her türlü kuşatma ve izole altında bulunmaktadırlar.

              Ülkemizde ve dünya da BAĞIMSIZ, TARAFSIZ, SİVİL VE  ADİL, kendi ayakları üzerinde durabilen, HEM ÜYE HEM DE  İKTİSADEN GÜÇLÜ STÖ’ne ÇOK AMA ÇOK İHTİYAÇ VARDIR.

              Bunun için de, sivil toplum örgütleri gücünü devletten ve kurumlardan değil, üye sayısı, aidat ve bağışlarından, “tarafsız, bağımsız, adil ve sivil” olmalarından almalı, devlet ve kurumlarından beslenmemelidirler. Devlet ve kurumları da uzak durmalı, yaklaşma ve devletten beslenmelerine imkan vermemelidir. Siyaset, hükümet ve devlet hepsine eşit mesafede durmalıdır. Hükümetlerin ve devletin, STÖ’ne yakın ve iç içe olmasının zararını açık bir şekilde 15 Temmuz da görmüş, devlet ve millet çok acı tecrübe ve sonuçlarını yaşamıştır.

               Maalesef bunun tersi olmakta, devlet ve kurumlarla iyi geçinerek, yardım ve destek alınarak ayakta kalma ve varlığını sürdürme yoluna gidilmekte ya da yardım almasalar bile, kurumlarda işlerini kolay  görme, bir engelle karşılaşmama hatta ayrıcalık elde etmek  için bunu yapmakta,  bunun sonucunda da “SİVİLLİKLERİNE” ve “GÜVENİRLİKLERİNE”büyük ölçüde zarar vermektedirler. Devletin  varlıklarına müsaade etmediği, mücadele ettiği STÖ’nin yerini almak ve doldurmak, siyasetle, idari erkle, devletle ve kurumlarla iyi geçinmek  ve desteklemek karşılığında, onların yerine nemalanmak için özel gayretlerin olduğu da gözden kaçmamaktadır.

              Esasen “güçlü ve adil  devlet” için “güçlü STÖ’nin”  varlığı kaçınılmazdır.

              Güçlü STÖ’ler ile devlet, içerde ve dışarıda yapamadığını yapma imkanı elde edebilmekte, hem de denetlenmekte, yanlış yapmama ve hukuk dışına çıkmama konusunda  STÖ’leri  baraj olmakta, ülke yararına sonuçlar alınabilmektedir.

               Kısaca tam bağımsız, adil, tarafsız, sivil ve güçlü STÖ’ne, milletimizin de devletin de  çok ama çok ihtiyacı vardır.