“Sen mi Düzelteceksin?” Diye Soranlara…

Neredeyse her gün duyduğum bir söz var. Yakın çevremden, arkadaşlarımdan, dostlarımdan, hatta bürokrasinin içinden tanıdıklardan bile…

“Ya Mustafa, neden eleştiriyorsun?”

“Neden kendini yoruyorsun, başına iş açıyorsun? Ne gerek var?”

“Ülkeyi sen mi kurtaracaksın? Bu sistemi sen mi düzelteceksin?”

“Bırak, olan olur. Olmazsa da sana ne? Herkes kendi derdine düşsün. Sen kendine bak!”

Bu söylemler size de tanıdık geliyordur.

Sadece benim değil, etrafındaki sorunlara duyarlı herkesin kulağına fısıldanmıştır benzer cümleler.

Sanki konuşanlar vicdanlarının sesini susturmak için bizi de susturmaya çalışıyorlar.

Oysa bu tür söylemlerin cevabını, yıllar öncesinden gelen eski bir Kızılderili efsanesi çok güzel veriyor:

Bir gün ormanda büyük bir yangın çıkar. Alevler o kadar büyür ki bütün hayvanlar korkuyla kaçışmaya başlar.

Yangından uzaklaşmaya çalışan bir jaguar, aniden başının üzerinden ters yöne doğru uçan bir sinek kuşu görür.

Kuş, tam da yangının içine doğru gitmektedir.

Bir süre sonra kuş tekrar gözükür, bu kez geri dönüyordur. Sonra yine yangına doğru uçar…

Jaguar merak eder ve sorar:

– Ne yapıyorsun sinek kuşu?

– Göle gidiyorum. Gagamla biraz su alıp yangının üstüne bırakıyorum.

Jaguar kahkahayla güler:

– Bu koca orman yanıyor. O minicik gagayla sen mi söndüreceksin yangını?

Sinek kuşu şöyle der:

– Hayır, söndüremeyeceğimi biliyorum. Ama bu orman benim evim. Beni ve ailemi hep korudu, kolladı.

Ben bu ormanın bir parçasıyım, orman da benim. Yangını tek başıma söndüremem ama yine de elimden geleni yapmak zorundayım.

İşte tam o anda, orman ruhları bu sözleri duyar. Sinek kuşunun yüreği onların kalbine dokunur.

Ve gökyüzünden bir şimşek fırtınası gönderirler, yangını söndüren mucizevi bir yağmurla birlikte…

Kızılderili büyükanneler, bu hikayeyi torunlarına anlatırken şöyle der:

“Hayatına mucizeleri çekmek mi istiyorsun? O zaman sadece kalbinle üzerine düşeni yap.”

Benim derdim de tam olarak bu.

Yangını söndüremeyeceğimi biliyorum belki.

Ama o ateş, hepimizin evi olan bu ormanı yok ederken, olan bitene sırtımı dönüp kaçamam.

Belki tek başıma bir şeyi değiştiremem. Ama bu, hiçbir şey yapmamam gerektiği anlamına gelmez.

Çünkü benim evim yanıyor.

Çünkü ben bu toplumun bir parçasıyım, toplum da benim bir parçam.

Ve her ne olursa olsun, elimin, dilimin, kalemimin yettiği kadar üzerime düşeni yapmak zorundayım.”

Facebook’da sayfa dostumuz Mustafa Aydın’a bu paylaşım, tam da benim halimi anlatıyor. Onun için köşeme aldım. Yazacaklarımı yazdığı için, bana hazır bir metin sunmuş oldu.

‘Mustafa’ yerine ‘Osman’ koyduğunuzda, geri kalan tüm cümleler sanki benim kalemimden çıkmış gibi.

Evet. “Sen mi kurtaracaksın bu ülkeyi, sen mi düzelteceksin, sana mı kaldı, boş ver, başına iş açarsın, doğrucu Davut, boşuna yorulma, kendine zarar veriyorsun” ve benzeri uyarılara hayatı boyunca hep maruz kalan biriyim.

Oy verdiğim partiyi, dahil olduğum sendikayı, kısaca aidiyet içinde olduğum kim ve ne varsa, yanlış yaptığında tenkit eder, uyarı vazifemi yaparım.

Bu durum “kimseye yar olmama” sonucunu doğursa da, hanemize hep “zarar” olarak yazılsa da, bırakınız Müslüman olma sorumluluğunu, en asgari insan olmanın gereği budur ve “ben insanım” diyen, diyebilen, insan olan ve insan kalabilen her bireyin yapması gerekendir.

Kaldı ki, Müslüman olmak bu sorumluluğu, sadece insani vazife olmaktan çıkarır ve farziyet mertebesinde mecbur kılar.

Yanlışa karşı durabilmek, sadece tenkit edene değil, tenkit edilene de kurtuluş kapısı açar.

Yanlışlara itiraz edilmediği sürece, bütün yanlışlar halı altına süpürülür ve gün gelir, o halı altından pis kokular her tarafa yayılır ve bununla da kalmaz, halıyı da çürütür.

Siyasetçilerin, idari erkin ve tüm idare sorumluluğunda olanların en büyük hatası, tenkiti ve tenkit edeni sevmemeleri, sevmemenin ötesinde düşman görmeleridir.

Tenkite kapı kapatan her kim varsa, kendi sonunu hazırlamakta, kendi kuyusunu kazmaktadır.

Akıllı idareciler, kendilerini “yağ çekenleri” değil, yanlışını söyleyenleri, kendini tenkit edenleri yanında tutar ve en büyük nimet olarak görür.

Kaynak: Yeni Sakarya Gazetesi