Hafızam beni yanıltmıyorsa, 90’lı yılların sonlarına doğru yazdığım ve aşağıdaki yazı ile tekrar hatırladığım iki makalem vardı.
İlki “BU DÜZENDE EN ZOR ŞEY DÜRÜST KALMAKTIR” idi.
Diğeri ise; “NAMUS, NAMUSLU, NAMUSSUZ” başlığını taşıyordu.
Değerli Gökhan kardeşimizin sosyal basında paylaştığı aşağıdaki makaleyi görünce, yıllar önce yaşadığım, başıma gelerek bilfiil acısını çektiğim o günler ve aynı konuda bu iki makalemi hatırladım.
Hala az da olsa dürüst insanların, dürüst kamu görevlilerinin varlığını teyid ve tescil ederek, büyük çoğunlukla katıldığım yazısında bakın neler söylüyor:
“AÇ KALMANIN BEDELİ: TÜRKİYE’DE DÜRÜSTLÜK NİÇİN CEZALANDIRILIR?
Türkiye’de idealist, ilkeli, dürüst, namuslu bir insan olmak neyi gerektirir?
Sadece “doğruyu yapmak” mı?
Hayır. Aynı zamanda bedel ödemeyi, dışlanmayı, aç kalmayı, toplumsal yalnızlığı da göze almak demektir.
Bugünün Türkiye’sinde ahlâklı olmak, adeta “modern zamanların Don Kişot’u” olmaktır:
Haksızlıkla, yolsuzlukla, rüşvetle, düzenbazlıkla savaşırken hem sistemin çarklarında ezilmek hem de aç kalmak.
Çünkü bu topraklarda dürüstlüğün ve ilkeli yaşamın karşılığı genellikle yokluktur, dışlanmadır, cezadır.
HER ŞEYİN SATILIK OLDUĞU BİR ÜLKE!
Yalnızca siyaset değil, toplumun neredeyse bütün katmanları yozlaşmış durumda.
Kamu kurumlarında, belediyelerde, hastanelerde, adliyelerde, üniversitelerde “torpil”, “rüşvet”, “adam kayırma” olmadan bir yere varmak artık neredeyse imkânsız.
Namuslu olmak ise çoğu zaman “aptallık”, “saflık”, “hayalcilik” olarak yaftalanıyor.
Sadece işini hakkıyla yapmaya çalışan, liyakatten, adaletten ve şeffaflıktan yana olan insanlar sistem dışına itiliyor. Çünkü bu düzenin mayası hırsızlık, yolsuzluk, çıkar ilişkileriyle karılmış durumda.
DÜRÜSTLÜK AÇ BIRAKIR, HIRSIZLIK ZENGİN EDER
Bir kamu çalışanı olarak sadece hakkını vererek, mesaiye sadık kalarak, rüşvete elini sürmeden ayakta kalmak neredeyse imkânsız hale geldi.
Ticaret dünyasında, devletle iş yapanlar arasında “komisyon”, “bağış”, “pay” almadan iş bitirmek hayal oldu.
Bugün birçok iş insanı, “devletin kapısına işi düşmeden” dürüst kalabiliyor; devletle iş yaptığında ise “sistemi yağlamak” mecburiyetinde bırakılıyor.
Öte yandan, yolsuzluk ve hırsızlıkla köşeyi dönenlerin bir kısmı ödüllendiriliyor, makam, servet ve itibar kazanıyor.
Halk arasında “çalıyor ama çalışıyor” sözünün bu kadar yaygınlaşmasının sebebi de budur.
Halk, artık kötülüğü normalize etti; iyilik ise marjinallik sayılıyor.
BASININ KAPATILAN GÖZLERİ, YARGININ TIKANAN KULAKLARI!
Basın, büyük oranda hükümete veya sermaye gruplarına endekslenmiş durumda.
Gerçekleri yazan, eleştiren, yolsuzluğu ortaya döken gazeteciler ya işsiz kalıyor, ya da hapis yatıyor.
Yargı bağımsızlığı ise çoktan tarihe karıştı. “Benim memurum işini bilir” kültürü, artık bir klişe değil, bizzat sistemin mottosu oldu.
Yolsuzluğa bulaşanların sırtı sıvazlanırken, dürüstler “uyumsuz” damgasıyla tasfiye ediliyor.
TOPLUMSAL VİCDANIN ÇÜRÜMESİ!
Bir milletin ahlâkı, adaleti ve vicdanı; en çok dürüst insanlarının ne halde olduğundan anlaşılır.
Bugün Türkiye’de “ahlâklı adam” çoğunlukla fakir, ezik, dışlanmış ve sistemin dışında kalmıştır.
Siyasi partilerin, cemaatlerin, çıkar odaklarının himayesinden geçmeden, iş bulmak, meslek sahibi olmak, yükselmek; gençler için bir ütopya haline gelmiştir.
Kendine “haysiyetli” kalmak isteyenler ya göç ediyor, ya “geçinemiyorum” diyerek kırılıyor, ya da çaresizlik içinde sisteme boyun eğiyor.
SON SÖZ: UMUDUN KIRILDIĞI YERDE ÇÜRÜME BAŞLAR
Eğer bir ülkede dürüstlük açlık sebebiyse, orada çürüme bitmez, umut yeşermez.
Bu topraklarda hala az da olsa namuslu, vicdanlı, dirençli insanlar var; fakat gün geçtikçe azalıyorlar.
Sistem, kendisine benzeyenleri çoğaltıyor.
Fakat unutulmasın: “Ahlâksızlar çoğunlukta olabilir; ama tarihin vicdanı hiçbir zaman onları haklı çıkarmayacak.”
Dürüstlük, belki bugün aç bırakır; fakat yarının vicdan defterinde yalnızca namuslu insanlar yaşayacak.” (Gökhan Dihkan)