Birbirini çok seven, dostluğun, hoşgörünün, merhametin kıymetini bilen bir toplumduk biz. Sokakta karşılaştığımızda selamı eksik etmez, birbiriyle tanışmayan insanlar bile aynı sofraya oturduğunda kardeş gibi konuşabilirdi. Trafikte yol veren, sırada bekleyen, komşusuna ikram eden, zor günde yanında duran bir topluluk olarak tanımlardık kendimizi. Ama bugün dönüp baktığımızda tablo biraz farklı. Sanki son birkaç yılda toplum olarak daha gergin, daha tahammülsüz, daha çok ayrışan bir hale geldik. Her gün televizyon haberlerinde gördüğümüz kavga görüntüleri, trafikte küçücük bir sebeple yaşanan tartışmalar, sosyal medyada bir anda alevlenen tartışmalar bize başka bir şey söylüyor. Kabullen sekte kabullenmesekte biz hoşgörümüzü kaybetmeye başladık.

Oysa geçmişte böyle değildik. Eskiden insanların birbirine bakışı daha yumuşaktı. Empati (Karşımızdakini anlama) dediğimiz şey sadece bir kavram değil, hayatın doğal akışının bir parçasıydı. “Karşımdaki insanın derdi nedir, niçin böyle davrandı?” diye düşünebilirdik. Bugünse çoğu zaman tek bir yanıtla yetiniyor, acele karar veriyor, öfkemizi frenleyemiyoruz. İşte insanı düşündüren de bu, bize ne oldu?

Belki de en çok üzerinde durmamız gereken dönem salgın hastalık dönemiydi. Bir anda hayatlarımız alt üst oldu. Evlerimize kapandık, sevdiklerimize dokunamadık, kaygılarımız arttı. Çocuklar okullarından, gençler arkadaş çevrelerinden, büyükler sosyal ortamlarından koparıldı. Korku, kaygı ve yalnızlık derinleşti. O dönemde yaşanan psikolojik baskının etkileri bugün hâlâ üzerimizde olabilir. İnsanlar daha sabırsız, daha çabuk parlayan, daha çok kendi içine kapanan bir ruh haline girdi. Birbirimizi anlamak yerine kendimizi korumaya odaklandık. Belki de pandeminin en büyük yaralarından biri bu oldu. Hoşgörüyü ve karşımızdakini anlam duygumuzu törpüledi.

Tabi ki hemen sorun salgın hastalık dönemine atıp sorun budur diyemeyiz. Yukarıda bahsettiğimiz toplumumuzun gerginleşmesinde siyasetin etkisi de inkâr edilemez. Artık gündelik hayatımızda bile siyasetin gölgesini görüyoruz. Kahvehanelerden ev sohbetlerine, sosyal medyadan iş yerlerine kadar hemen her yerde insanlar ikiye, üçe bölünüyor. Ortak bir zeminde buluşmak yerine karşıt kamplar oluşturuyoruz. Oysa siyaset dediğimiz şey, farklı düşüncelerin bir arada tartışılabilmesi için vardır. Bizse ne yazık ki tartışmanın kendisini kavga sebebi haline getirdik. Artık ekonomi konuşamıyoruz, spor konuşamıyoruz, hatta günlük bir haber bile konuşulamaz hale geldi. Çünkü hemen “biz” ve “siz” diye başlayan bir ayrışma çıkıyor ortaya. Bu da toplumsal sinir katsayısını yükseltiyor. Bunu istisnasız hepimiz farkında olamadan yapıyoruz. Her konuyu kendi içerisinde kutuplaşarak değerlendiriyoruz.

Bütün bunların üstüne bir de ekonomik zorluklar eklenince, toplumun psikolojisi iyice ağırlaştı. Artık herkesin cebinde bir kaygı var. Gelecek endişesi büyüyor, yaşam şartları zorlaşıyor. İnsan, geçim sıkıntısı yaşarken daha çabuk sinirleniyor, daha az sabrediyor. Küçücük meseleler bile büyük kavgalara dönüşebiliyor. Trafikte yaşanan gerginlikler de bunun bir göstergesi aslında. İnsanlar sadece arabalarını değil, yükledikleri stresi de birbirine çarpıştırıyor.

Eskiden bir futbol maçına gidildiğinde, farklı takımların taraftarları aynı tribünde oturup yan yana maç izleyebiliyordu (bunu unutalı hayli zaman oldu). Bugünse bırakın tribünü, aile içinde bile spor konuşmak zorlaştı. Sporun eğlencesi, rekabetin keyfi artık yerini fanatik bir çatışmaya bıraktı. “Biz” ve “siz” ayrımı sadece siyasette değil, sporda da, hatta sosyal ilişkilerimizde de derinleşti. Kim daha çok şampiyon olmuş, kim daha çok galibiyet almış, kim daha uzun süre iktidarda kalmış, kim daha çok şey yapmış… Her şey bir kıyaslamaya, bir üstünlük mücadelesine dönüştü.

Kıyasladıkça birbirimizi yorduk, birbirimizi kırdık. Halbuki hayat sadece “kaç kere yendik, kaç kere kazandık, kaç para kazanıyorsun” hesabı değildir. Hayat, birlikte sevinmek, birlikte üzülmek, birlikte yaşamanın tadını çıkarmaktır. Biz bu duyguyu kaybettikçe aslında en değerli hazinemizi de kaybediyoruz. Nereden Geldik, Nereye Gidiyoruz? Bu soruyu kendimize sormaz olduk.

Belki de sorun tek bir sebebe indirgenemez. Pandeminin yarattığı ruhsal boşluk, siyasetin getirdiği kutuplaşma, ekonominin ağır yükü, fanatizmin körüklediği ayrışma… Hepsi bir araya gelince toplumsal sinir katsayımız yükseldi. Ama asıl önemli olan, bu tablonun farkına varmamız. Çünkü farkına varmadıkça, çözüm üretmek mümkün değil.

Eskiden bir masada tartışma çıksa bile, ardından mutlaka tatlıya bağlanırdı. Şimdi ise bir tartışma başladı mı, bitmek bilmiyor; kırgınlıklar yıllarca sürüyor. Çünkü artık birbirimizi dinlemiyoruz. Dinlemeyi unuttuk. Anlamayı, empati kurmayı, sabretmeyi unuttuk. Oysa bizi güçlü kılan şey, bir arada olabilme yeteneğimizdi.

Bizi biz yapan değerler aslında hâlâ içimizde. Biraz tozlanmış, biraz unutulmuş, biraz kenara itilmiş olsa da varlığını sürdürüyor. Çünkü bu toprakların mayasında hoşgörü, merhamet ve paylaşma var. Yüzyıllardır yan yana yaşayan, acıyı da sevinci de paylaşan bir milletin çocuklarıyız biz. Önemli olan, bu değerleri yeniden hatırlamak ve yaşatmak.

Birbirimize daha çok sarılmayı, daha çok dinlemeyi, daha çok anlamayı öğrenmeliyiz. Çünkü hiçbir kavga, hiçbir üstünlük mücadelesi, kardeşlikten daha değerli değil. Bugün yeniden düşünmek zorundayız: Biz kavgayla mı var olacağız, yoksa kardeşlikle mi?

Belki de çıkış yolu çok uzaklarda değil. Hepimizin kalbinde taşıdığı ama biraz unuttuğu erdemlerde gizli. Daha çok kardeş olmayı, daha çok sevgiyle bütünleşmeyi, merhameti, kol kola girmeyi ve anlayışlı olmayı hatırladığımızda, bu toplum yeniden eski gergin olmayan, daha anlayışlı gücüne kavuşacak. Çünkü biz, bir olduğumuzda, birlikte gülüp birlikte ağladığımızda, dünyaya umut veren en güzel toplum olmayı yeniden başarabiliriz.

Kaynak: Yeni Sakarya Gazetesi