Geçen hafta (15.8.2025) Cuma hutbesi, fevkalade yerinde ve zamanında okunmuş günümüz ihtiyaçlarına cevap veren bir hutbe olmuştur.
Doğruya doğru demek, her insanın insanlık vazifesi, Müslümanın ise ilaveten farziyetidir,
Diyanetin yapısını, işleyişini, uygulamalarını, örnekliğini tenkit edebiliriz ve en çok tenkit edenlerdeniz.
Ancak doğru yaptıklarına, doğru olandan, Kur’an’dan, sahih hadisden söylediklerini de benimsememiz, onaylamamız gerekir.
Kur’an ve sahih hadis dışında bir şey söylerse, o zaman şiddetle karşı çıkar, tenkit ederiz, o zaman etmeliyiz.
Unutulmamalıdır ki, Diyanet, Kur’an ve Hadis hükümlerini doğru bir şekilde anlatmakla mükelleftir, mevcut yasaların ve sistemin, kısaca tüm beşeri kanun ve sistemlerin hükmünü değil. Vazifesi budur, bunun için vardır. Kur’an dışında bir şey söylemesi, varlığını inkar, eşyanın tabiatına aykırı ve aynı zamanda küfürdür.
Diyanet’in, hocaların, İlahiyat erbaplarının Kur’an hükümlerini anlatmaması, kimya uzmanını kimyayı, fizikçinin fiziği, tıp hocasının tıbbı anlatmaması gibir ve hatta ondan da vahim bir durumdur.
Diyanet söyler, alan alır, almayan almaz. Yasal bir mecburiyet yoktur, Hesabı BÜYÜK HESAP GÜNÜN DE görülecektir ve yasal mecburiyet zaten yürürlükteki beşeri kanunlardır.
İşte o güzel hutbe:
“Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir gün, ashâbına “MÜFLİS KİMDİR BİLİYOR MUSUNUZ?” diye sordu. Sahabe-i kirâm, ‘Malını mülkünü kaybetmiş, iflas etmiş kimsedir.’ diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s) şöyle buyurdu: “Bir kişi kıyamet günü kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtla gelir. Ancak dünyada iken birine sövmüş, diğerine iftira atmış, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir başkasını dövmüştür. İhlal ettiği bu hakların karşılığı olarak onun iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilir. Şayet hesap tamamlanmadan iyilikleri biterse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır. İşte gerçek müflis budur.” Müslim, Birr, 59.
Ailede, toplumda ve dünyada yaşanan bütün kötülüklerin temelinde KUL HAKKI ihlalleri vardır.
Maalesef, kimi zaman alışkanlıkla, kimi zaman ihmal ve gafletle, kimi zaman da kasten kul hakları ihlal edilmektedir.
“Canın, dinin, malın, aklın ve neslin muhafazası,” İslam’ın en temel esaslarındandır. Bu haklar Allah katında kutsal ve dokunulmazdır. Onların ihlali ise ağır bir vebal, büyük bir zulüm ve kul hakkına girmektir.
KUL HAKKI ihlallerinin en büyüğü, bir insanın CANINA KAST etmektir.
Ne yazık ki bugün, siyonist zalimler, dünyanın gözü önünde bu insanlık suçunu işlemeye devam etmektedir.
Yüce Rabbimizin bu husustaki uyarısı gayet açıktır: “Kim bir mümini kasten öldürürse; cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” Nisâ, 4/93.
Bize düşen ise; başta Gazze olmak üzere dünyadaki zulümlere karşı sessiz kalmamak, mazlumlara maddi ve manevi desteğimizi daha da artırmaktır.
Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilahî adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin; KIZ ÇOCUKLARINI MİRASTAN MAHRUM BIRAKMASI, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır.
Arazi sınırlarını ihlal ederek BAŞKASININ MÜLKÜNÜ GASP ETMEK, asılsız gerekçelerle insanların mallarına el koymak, yalan beyanlarla insanları mağdur etmek ateşten gömlek giymektir.
Hutbeme başlarken okuduğum hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem (s.a.s), “Hiç kimse hakkı olmayan bir karış toprağı bile almasın! Eğer alırsa, kıyamet gününde Allah yedi kat yeri onun boynuna dolar.” buyurmaktadır. Müslim, Müsâkât, 137.
ADAM KAYIRMAK, ÇALIŞANLAR ARASINDA ADİL DAVRANMAMAK kul hakkıdır.
İşverenin; ÇALIŞANINAÜCRETİNİ TAM VE ZAMANINDA VERMEMESİ, GÜCÜNÜN ÜSTÜNDE İŞ YÜKLEMESİ, SİGORTASINI YAPTIRMADAN ONU ÇALIŞTIRMASI kul hakkıdır, günahtır.
Çalışanın ise, İŞVERENİN MALINA ZARAR VERMESİ, ÇALIŞMA SAATLERİNE RİAYEYT ETMEMESİ, HASTA OLMADIĞI HALDE RAPOR ALARAK İŞE GİTMEMESİ de kul hakkıdır, günahtır.
ZEMİN ETÜDÜ YAPTIRMADAN BİNA İNŞA ETMEK, İNŞAAT MALZEMESİNDEN ÇALMAK, KALİTESİZ MALZEME KULLANMAK insanları aldatmaktır, kul hakkıdır.
Ayrıca, ülkemize gelen YABANCILARA, yurt dışından vatanlarını ziyarete gelen kardeşlerimize ALIŞVERİŞTE FARKLI TARİFE UYGULAMAK, bilgisizliklerinden istifade ederek onları ALDATMAK kul hakkıdır, günahtır.
Hangi sektörde olursa olsun, ÜRETİCİNİN MALINI DEĞERİNDEN DÜŞÜK ALIP YÜKSEK FİYATLARA SATMAK,
Bir ürünün RAF ÖMRÜNÜ UZATMAK İÇİN İÇERİSİNE SAĞLIĞA ZARARLI MADDELER KATMAK, SON KULLANMA TARİHİ GEÇMİŞ ÜRÜNLERİ PİYASAYA SÜRMEK kul hakkıdır, günahtır.
SITOKÇULUK VE KARABORSACILIK YAPARAK FİYATLARI YÜKSELTMEK,
ÖLÇÜ VE TARTIDA HİLE YAPMAK,
AYIPLI BİR MALIN KUSURUNU GİZLEYEREK SATMAK kul hakkıdır, haramdır.
Nitekim Peygamber Efendimiz:“Bizi aldatan bizden değildir.” Buyurarak (Müslim, Îmân, 164.) konunun önemine dikkatlerimizi çekmektedir.
Ayrıca kişinin, herkesin ortak kullanımına ait olan SOKAKLARI ve KALDIRIMLARI şahsi çıkarları için İŞGAL etmesi ve insanların yürümelerine engel olması kul hakkıdır.
SOSYAL BASINDA, dijital mecralarda YALAN ve YANLIŞ HABERLERLE insanlara İFTİRA atmak, onurlarını rencide etmek de kul hakkıdır, günahtır.
Müslümana yaraşan ise, helalle yetinmek, harama asla tevessül etmemektir. Hiç kimsenin şerefine ve haysiyetine dil uzatmamak, bir başkasının malına göz dikmemektir.
Kul hakkı bilinci, ailede başlar. Güçlü bir eğitim ve manevi bir bilinçle kök salar.
Unutmayalım ki KUL HAKKI, MAHŞERİN EN AĞIR HESAPLARINDAN BİRİDİR.
Hak sahibinden helallik almadan, onun maddi ve manevi zararlarını telafi etmeden ahiretin çetin azabından kurtuluş olmayacaktır.
Hutbemi Bakara sûresinin 281. ayetinin mealiyle bitiriyorum: “Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı tastamam verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.” Bakara, 2/281.