Halkın siyasi tercihleri Batı ülkelerinde “parti aidiyeti” üzerinden şekillenmez hatta ideolojik sebeplerle oy veren seçmen de yok denecek kadar azdır. Batılılar, duygu yerine reel-politik sebeplerle siyasi tercih yapar. Oy verirken çoğunlukla “dini kaygıları” da olmadığı için her seçimde çok rahatlıkla parti tercihlerini değiştirebilirler. Batılı zihin yapısı bireysel menfaatini her şeyin üstünde tutar. Bireysel menfaatinin ancak ülke menfaatiyle mümkün olduğuna inanır. Partisine bakmaksızın, ülkesi/şehri için faydalı olacağına inandığı kişiye, partiye oy verir.

Türkiye’de ise durum çok farklı. İdeolojik çekişmenin belirleyici etken olarak öne çıktığı ülkemizde ömür boyunca aynı partiyi desteklemek erdem ve sadakat olarak pazarlanır. CHP’li bir sosyal demokratın, Millî Görüşçü bir dindarın veya milliyetçi bir Türk’ün aidiyet hissettiği partiye ömür boyunca kayıtsız şartsız oy vermesi vakâyı adiyedendir…

Yukarıda bahsettiğimiz seçmen tipleri açısından kırk yıl önce oy vermeye başladıkları partiyi ömür boyu desteklemek sadakat olarak pazarlansa dahi bendenize göre bunun adı “ideolojik” saplantıdır.          

Toplum hafızamız ve yaşadığımız siyasi travmalar sebebiyle ülkemizde parti tercihleri “kimlik aidiyeti” üzerinden yapılıyor. Ne yazık ki Türk halkının demokrasi tarihi karşılıklı iki cephe halinde günümüze taşındı. Cephelerden biri dindarları -iyi veya kötü ahlakına- bakmaksızın “gerici veya düşman” ilan eden laik ve Kemalist düşüncedir. Diğeri de pratik hayatında dine uzak insanları -iyi veya kötü ahlakına- bakmaksızın toptan “günahkâr” ilan eden ve hamasî nutuklar atan sağ düşüncedir. Zıt kutupların kavgası ülkemize yıllar kaybettirdi. İdeolojik dayatmalarla, 1950’den sonraki askeri darbelerle, kayıkçı kavgalarıyla yılları ve nesilleri kaybettik bu ülkede. İdeolojik söylemler yerine, ülkenin kalkınması ve sivil demokrasinin gelişmesini öncelemek hepimizin ortak faydasınadır. Ki doğrusu da budur.

***

Toplumsal barış ve normalleşme için partiler her nedense gereken gayreti göstermiyor. Türkiye’de yapılan her seçimde ister istemez tansiyon yükseliyor. Gerginlik partilerin işine geliyor, seçmenleri konsolide ediyorlar. Seçimleri kazanan adaylar sanki dünyayı fethetmiş muzaffer komutan gibi davranıyor. Kaybedenler de hatayı kendine aramak yerine her konuda kazananı suçluyor.

Yarım porsiyon demokrasi ve seçmenlerin takım tutar gibi oy vermesi sebebiyle siyaset çıtası yükselmiyor. Parti genel merkezi kimi aday gösterirse taraftarlar onu sırtında taşıyorlar. Tercihli seçim sistemi olmadığı sürece partinin istediği kişiler seçilmeye devam eder. Halkın tercihi mi? Genel merkez en iyisini bilir zaten. Halk nasılsa oy verir… Terlik koysak kazanırız…

Siyasi dayatmalara karşı ülkemizde tercihli seçim sistemini zorunlu görüyorum.  En azından parti liderlerinin liste sıralaması halkın zoruyla değişirdi… Seçmen önüne gelen listeden sevdiği ve kendi inancına yakın gördüğü isme oy verirdi.

Düşünsenize Meclis Üyesi veya Milletvekili adayı oldunuz. Parti listesinde isminiz birinci sıraya yazılmış. Sandıklar açıldığında bir bakıyorsunuz ki listedeki en düşük oyu siz almışsınız. Genel merkezin torpiline rağmen seçilemiyorsunuz. Meğer halk partinize oy vermiş ama size oy vermemiş… Kendisini Kaf Dağı’nda gören yetkili ama kibirli siyasetçilere iyi bir ders olurdu.

***

Tam olmasa da “yarım porsiyon” demokrasiye alıştık. Lakin parti menfaatleri sebebiyle, halkın gönlüne giremeyen kibirli insanları topluma dayatma işi baydı artık.

Mesela CHP seçmeni olsaydım, (farz-ı muhal) Mustafa Denizli’nin kızı diye Çeşme’ye ithal aday dayatan CHP’ye oy vermezdim. Mesela Tekirdağ’da oy kullansaydım, Melek Mosso’nun elini öpen Cüneyt Yüksel’e oy vermezdim. Mesela tercihli seçim sistemi olsaydı, Sakarya listesinde ikinci sıraya yazılan Çiğdem Erdoğan’a oy vermezdim.

Cumhurbaşkanımız Tayyip Bey’in inanılmaz mücadelesiyle bugünlere geldik. Recep Tayyip Erdoğan’ın son kez girdiği seçimlerin hatırına AK Parti’ye verilen oyları kendi oyunuz zannetmeyin. “Nasılsa seçildim artık. Ben güçlüyüm, beni kimse yıkamaz” diyerek yazdıklarıma gülüp geçiyorsanız, siz bilirsiniz…

Lâ gâlibe İllallâh” manevî kâidedir. Andolsun ki; bu dünyada her doğan bir gün ölür. Her yükselen bir gün alçalır. Her yeni bir gün eskir. Her galip bir gün mağlub olur.

Ebu'l-Bekā er-Rundî’nin “Endülüs’e Ağıt” mersiyesini duymayan siyasetçi kardeşlerim. Bugün sahip olduğunuz güce aldanmayın. Gök kubbenin altından kimler gelip geçti…

Biliyorum, siyasî çalışmalardan dolayı kitap okumaya bile vaktiniz yoktur bu günlerde. En azından tarihten ibret almanız için okumanızı tavsiye ederim.