Bir zamanlar köylerden şehirlere sabahın erken saatlerinde yola çıkan minibüslerin içinde taze sütler, sepete dizilmiş yumurtalar, bağlanmış demet demet naneler, fesleğenler olurdu. Hatta evde pişirilen sıcak ekmekler, tarladan yeni koparılmış domatesler, mis gibi tereyağları… Köyün bereketi şehre taşınır, şehirdeki insanlar o sabahın tazeliğini, doğallığını evlerinde yaşarlardı.
Bugün geldiğimiz noktada manzara hayli değişmiş durumda. Artık köyden şehre değil, şehirden köye taşıyoruz ürünleri. Eskiden köyden gelen misafir sepetinde yumurta getirirdi; şimdi biz yanımıza organik etiketli süt şişelerini, marketten alınmış yumurtaları koyup köye gider olduk.
Yakın zamanda Sakarya’da bu tabloya farklı bir açıdan ışık tutan güzel bir girişime tanıklık ettim. “Organik Necmi” adı altında faaliyet gösteren bir dükkâna birkaç arkadaş ile uğradım. Necmi kardeşimiz, sadece ürün satmıyor, aynı zamanda bir bilinç ve farkındalık inşa etmeye çalışıyor. Ürünlerinin çoğu özenle seçilmiş, kimisi doğrudan üreticiden alınmış. İçinde ne katkı var ne de şüphe. Ancak asıl önemli olan, Necmi’nin amacı, İnsanlara sağlıklı ürün ulaştırmak kadar, onlara bu konuda bir düşünce değişimi kazandırmak.
Organik Necmi, yalnızca kazanç için değil; yerel üretimin, sağlıklı yaşamın, doğru tüketimin sesi olmak için çalışıyor. Dükkân raflarında sadece ürün değil, vicdan da var. Her kavanozun, her sepetin içinde bir hatırlatma saklı. Oturduk çaylar yudumlanırken Necmi’yi dinledik. O konuştu biz dinledik. Hem üzüldük hem ümit var olduk. Biz bu ürünleri bir zamanlar kendimiz üretiyorduk.
Sakarya, köyleriyle, toprağıyla, havasıyla aslında bir üretim cenneti. Türkiye’nin birçok büyük şehrinden farklı olarak hâlâ köyle irtibatını koparmamış insanların yaşadığı bir yer. Hemen herkesin bir köyü, bir tarlası ya da en azından çocukluk anılarını bıraktığı bir taş ev köşesi vardır.
Ama son 20–25 yılda köyler sessizliğe gömüldü. Şehir cazip geldi; düzenli maaşlar, sosyal güvence, büyük marketler, apartmanlar. İnsanlar birer birer köylerini terk etti. Önce büyükşehirlerin etrafında toplandılar, sonra fabrikalar ve memuriyetler ile şehirde kök saldılar. Köylerde yalnızca yaşlılar kaldı.
Bugün bu köyler yeniden keşfediliyor belki ama başka bir amaçla: Doğayla iç içe bir yaşam, yazlık evler, hafta sonu kaçış rotaları… Fakat üretim yok, tavuk yok, inek yok. Tarlalar sürülmüyor, bahçeler boş. Köydeki evlerin çoğunda artık doğalgaz var soba bile yanmıyor.
Garip ama gerçek. Eskiden köyden getirilen ürünleri ikram eden köylüler, şimdi şehirden gelen organik ürünlere mahkûm hale geldi. Kimi zaman çocuklarına, torunlarına “bize yumurta getirirken bir de tereyağı alıver” dediklerini duyuyorum. Yani döngü yön değişti.
Bu manzara, yalnızca tarımın değil, kültürün de değiştiğini gösteriyor. Eskiden organik ürün, doğal beslenme gibi kavramlara ihtiyaç yoktu çünkü her şey zaten doğaldı. Kimse “katkı maddesi var mı?” diye sormazdı. Herkes ya kendi üretirdi ya da tanıdığı komşusundan alırdı.
Bugün ise market raflarında “organik”, “hormonsuz”, “doğal” gibi etiketlerle karşılaşıyoruz. Bu etiketlere güvenip yüksek fiyatlar ödüyoruz ama bir yandan da üretici köy pazarı sayısı azalıyor, köyde hayvan besleyen insan kalmıyor. Oysa uzmanlar her fırsatta çağrıda bulunuyor:
“Köyde eviniz varsa hayvan besleyin, tarım yapın. Üretimi yeniden canlandıralım.”
Ne yazık ki bu çağrılar çoğu zaman yalnızca sosyal medyada yankılanıp kayboluyor. Ne ciddi bir teşvik sistemi var ne de sürdürülebilir bir planlama. Üretici üretmekten vazgeçiyor çünkü pazarı yok. Tüketici ise neye güveneceğini bilemiyor. Böyle olunca da ortaya “şehirde üretilip köye götürülen doğallık” gibi garip bir çelişki çıkıyor.
Köy pazarlarının, köylü teyzelerin, bahçede otlayan ineklerin, kümeste gezen tavukların yerini büyük market zincirleri, süslü ambalajlar ve laboratuvar denetimli etiketler aldı. Ama köyden amcaların, teyzelerin getirdiği ürünlerde olan ruh, raflarda satılanlarda olmuyor. Yani “organik” ruh da kalmadı.
Elbette gelişen teknoloji, modern yaşam tarzı, yeni tüketim alışkanlıkları bu dönüşümde etkili. Ancak tüm bunlar olurken bir şeyleri gözden kaçırdık: Topraktan kopunca, kendimizden de kopmaya başladık. Çünkü toprak sadece üretim alanı değil, aynı zamanda hafızadır, kimliktir, geçmişle bağdır.
Bugün belki de bu bağı yeniden kurmanın yollarını aramalıyız. Organik ürün dükkânları, yerel pazarlar, bilinçli üreticiler bu anlamda umut verici girişimler. Ama yeterli değil. Daha fazla insanı üretime katmak, köy hayatını romantize etmeden yaşanabilir hale getirmek, kırsal alanları yeniden cazip kılmak gerekiyor.
Her şeyin başı eğitim ve bilinç. Necmi gibi insanların sayısı artarsa hem üreticiye destek oluruz hem de tüketici olarak daha sağlıklı besleniriz. Belki bir gün tekrar köyden şehre uzanan süt bidonlarını, yumurta sepetlerini görürüz. Belki o zaman doğallık, organik ruh geldiği yere geri döner.