Adım Sevgi Mert Yağcıoğlu. Necati Mert’in kız kardeşiyim. Ben iki erkek kardeşten sonra çok istenilerek, beklenen bir kızmışım. Hasretle bekleniyormuşum. Hani ultrason filan da yok o zaman, şimdiki gibi. Annem hamileyken birçok resimler çektirmişler, Sevgi geliyor, Sevgi geliyor filan. Herkeste bir heyecandır. Beni kucaklamışlar yani. Sene 1961. O zaman Necati Abim lisede öğrenciymiş. Herkese lokum dağıtmış, kardeşim oldu diye ya. Çok beklenen bir kızmışım.
Şeker Fabrikasında tiyatro hazırladıkları vakit beni de peşine takardı. Ben de bisikletle onun yanında giderdim, yürümeyelim diye bisikletle. İlk bisikletimi bana Necati Abim almıştır. İlk maaşıyla. Bana aldığı bisiklete hâlâ da biniyorum, burada, çarşıda filan. O hâlâ bana onun emaneti gibi geliyor.
Bildiğimiz kadarıyla dedemiz Adapazarı’na Çorum'dan gelme. Yani babamın babası Çorumlu. Dernekkırı İlyaslar Köyüne gelmiş. Orada babaannemle evlenmiş. Sonra da Adapazarı’na yerleşmişler. Eski Hendek Caddesine. Necati Abim, baba tarafındaki dedemi, babaannemi, yerlere göklere sığdıramıyor. O çok mutlu olmuş, çok memnun kalmış Eski Hendek Caddesindeki evde. Necati Abimin küçüğü Hayati Abim de orada doğmuş. Yani Necati Abim de Hayati Abim de Çeşme Meydanında otururlarken doğmuşlar. Orada babaannemin yanında annemler dokuz sene oturmuşlar. Hani geniş bir aile olarak. Tabii orada hâlâ bir oduncu var. Oduncunun karşısında, Hüseyin Çavuş'un Hanı’nın karşısında. Ben orayı hiç bilmiyorum. Ben altı aylıkken dedem öldüğünden. Ben o günleri bilmiyorum yani. O dönem abim için çok kıymetliydi ama.
Necati Abim, Seni Üniversitede Okutacak Gücüm Yok Diyen Babamı, Seni İsmet İnönü’ye Şikâyet Ederim Diyerek İkna Etmişti
İşte gelin-kaynana problemleri. Orada annem çok sıkılmış işte. Eskiden böyle bir tutuculuk varmış; babaannemin kilitli dolapları, kilitli yemekler filan. Böyle hani varlık içinde yokluk yaşanmış. Annem çok üzülüyormuş. Ama Necati Abimin en mutlu olduğu dönemi o dönem. Hani sıkılmış annem. Babamla bir rahat bir dönemi olmamış. Sonra ayrılmaya karar vermişler.
Yeni Camii semtine Kurbanlar Sokağına geliyorlar. Orada da annemin teyzesi var. Ona Teyzeanne diyorum ben. Onun yanında bir odasını kiralamışlar. Yokluğun getirdiği bir dönem. Orada zar zor, sıkıntı içinde yaşarken babam fotoğrafçılığa başlıyor, işte annemle tab ediyorlar. İki kuruşu böyle üst üste koymaya çalışıyorlar. Annem orada evde çorap tamirleri, gömlek tamirleri… bayağı bir sıkıntı yaşamışlar. Necati ve Hayati Abimlerin tam böyle yeni yetişme zamanları. Onlar hareketli, yaramazlık yaptıkça, annemle Teyzeannem birbirlerine giriyorlar filan. Oradan da sıkılıp birkaç ev öteye taşınıyorlar. Gene Kurbanlar Sokakta. Ben o evde doğmuşum. Ve ben çok ufakken de Tığcılar’a taşınıyoruz. Orada Dönergeçit’te oturduk. Böyle iki katlı bahçeli bir evde.
Babamın Yenicami’de fotoğrafçı dükkânı vardı. Ve Ramazanları babam annem oruç tutardı ama biz, abimler tutmazdık. Ama her sahurda biz de kalkardık, yemek yerdik. Hani anlamasın babam gibilerinden. Anlasaydı ne yapardı bilmiyorum ama biz hepimiz kalkardık sahurda,yemeğimizi yer oruçlu gibi yatardık. Ama abimler oruç tutmazdı. Ve Ramazan’da da babam öğle yemeğine diye dükkânı kapatıp eve gelirdi. Bu senelerce olmuş ama eve geldiğinde yemek değil annemle tavla oynarlardı. Annem de onu yenerdi, sinirlenir geri giderdi. Ertesi gün gelir yine oynar yine yenilirdi. Biz evlendik işte İsmail'le. İsmail senelerce senin baban oruç tutmuyor dedi. Ya ben bilmiyor muyum, evin içindeki durumu. Ama dükkânı kapatıyordedi. Vay be dedim ne dedikodu olmuştur babamın hakkında. Ya babam eve geliyordu. Annemle tavla oynuyordu yeniliyordu gidiyordu. Dedim buydu. Eşim anca inandı.
Mahallemizde bir Müzeyyen Hoca vardı. Böyle çok samimi, hoşgörülü ve yaşlıydı. Annem beni oraya Kur’an’a yollardı. Hadi git, yaz, Kur’an öğren, vakit geçer diye. Necati Abim onu duyduğu anda beni geri alırdı. Yollama oraya, öğrenmesin, ne olacak Kur’an’ı öğrenirse filanderdi.
Abimin bana böyle eziyet ederek bir şeyi yaptırdığı çok olmuştur. Mesela sarımsağı çok seviyorum. Babaannemin böyle eski tel dolapları vardı. Sarımsağı böyle ayıklar ayıklar koyar. Masada böyle yemek arası yermiş, ben de sokakta oynuyorum. Herhalde acıkıyorum. Eve gelirdim. Böyle ekmeği biraz koparır, içine de bir iki sarımsak koyar. Ben onu yiye yiye sokakta oynardım. Ondan sonra Necati Abim bunu yapma etme dedi. Ama hoşuma gitti, dedim. Ondan sonra abim, inanın, beni banyoya soktu. Dört baş sarımsağı tıktı ağzıma. Ben yedikçe tıktı ağzıma. Ve ben hâlâ sarımsağı çok seviyorum.
Necati Abim orada otururken işte, üniversiteye gitmek istiyor. Babam benim seni okutacak gücüm yok oğlum, diyor. Abim de sen okutmazsan beni, İsmet İnönü'ye seni şikâyet edeceğimfilan diyerek razı ediyor babamları. Yapmak istediğini kabul ettirdi. Ankara’ya üniversiteye böyle gitti.
Annem Necati Abimi Okutmak İçin Evde Örgü Ördü, Çorap ve Elbise Tamir etti Ama O Annemin Cenazesine Bile Gelmedi
Bunun üzerine annem evde örgü örmeye başlıyor, Necati Abimi okutmak için. Ve Hayati Abim de o arada yetişiyor, anneme destek olmaya çalışıyor. Bunlar gece gündüz, makineler… Ev atölye gibi olmuştu. Ben çocuğum. Ben de ilkokula gidiyorum. Ben onlardan ilgi bekliyorum. Onlar çok meşgul, habire çalışıyorlar. Ben böyle ortada… Hadi çık yukarıdiyorlar. İki katlı bir ahşap ev. Hadi çık yukarı ders çalış diyorlar. Kimse benimle ilgilenmiyor. Ben tabii yaşım ilerleyince anlıyorum. Ama çok güzel bir çocukluk yaşadım. Orada mahallede çok güzel arkadaşlıklar vardı. Şimdi çocuğunu dışarı bırakamıyorsun ama biz o zaman sokaklarda büyüdük. Çelikler, ne bileyim ip atlamalar, hepsi içinde. Velhasıl, annemler öyle bir tempoya girdiler ki Necati Abim için. Abim Ankara'da okuyor. Bizimkiler evde hep çalışıyor. Ve annemin abimin üstünde çok büyük emeği var. Çok hakikaten.
Ve işte Ankara'da abim teyzemin kızıyla bir sürtüşme yaşıyor. Orada ona küsüyor, annemi engelliyor, teyzemle görüşmeyeceksin diyor. Bunun üzerine annemler, iki kardeş sekiz sene görüşmediler. O kadar çok sevdikleri hâlde. Hani siz kitap üstüne, abimin yazarlığı üstüne yoğunlaşıyorsunuz ya, bir de onun arka planı var, madalyonun tersi de çok bambaşka bir şey.
Ve ben biliyorum, bizim evde hep onun için, o okusun diye çalışıyorlar. Onu anladım. Artık yorgunluktan, bayram sabahı oluyor. Annem saat gecenin dört buçuğu. Banyo yapıyor, odayı temizliyorlar, işte iplikler şeyler, müşteriler. Hakikaten muazzam çalışıyorlardı. Ve annem banyoda uyuyakalıyor. Yıkanırken uyuyakalıyor. Elinden tas düşüyor ve annem öyle uyanıyor. Uyuduğunu anlıyor. Ben Necati’ye böyle emek verdim, derdi. Böylelikle biz çocukluğumuzu geçirdik.
Abim üniversiteyi bitirdi, evlendi filan derken o arada da ben büyümeye başladım. Öğretmendi artık o lisede. O lisede bize en büyük acı gelen, işte bu nöbette iken sırtını kalorifere dayamış ceza geldi. Töb-der'den Dev-Genç'e para toplanıyor deyip bahaneyle onu sıkıyönetim içeriye aldı. (12 Mart 1971 muhtırası sonrası. F.T.) Bunlar abim Adapazarı Lisesi’nde öğretmenken oluyor. Ve bu sefer Selimiye Günleri başladı abimin. Annemler gidiyorlar, geliyorlar, yiyecekler götürüyorlar filan derken.
Necati Abimi TÖB-DER’den DEV-GENÇ’e Para Aktarıyor Diye Şikâyet Edenin ve Hapse Attıranın MHPli Dayımızın Oğlu Salih Eroğlu’nun Olduğu Ortaya Çıktı
Bir mahkemede ben de gittim. Annem çok fena oldu, ne olduğunu da anlamadım. Meğerse benim öz dayımın oğlum, abimi şikâyet eden oymuş. MHP’liydi? Ondan, hâlâ, oldum olası MHP’den nefret ediyorum yani. O zamanlar Necati Abimizannederek Hayati Abimi zincirle dövdüler. Eve gelirken mesela. Dükkâna bir sürü mürekkep attılar. Bir sürü zarar ziyan verdiler o zamanlar. Yani o zaman dayımın oğlu da mahkemede açıklanıyor. Salih Eroğlu’ydu şikâyet eden. Annem çok üzülüyor, biz şoke olduk. Yani insan bir dayısının oğlu… yalan. Hâkim de yalan olarak ifade verdiğini orada, mahkemede açıkladı. Yalan söylüyorsun, dedi. Hani böyle bir şey yok, aslı yok iddianın. Ya kanıt yok diye. Abim iki buçuk ay kadar orada tutuklu kaldı. Sonra çıktı dışarı. Tabii bir daha öğretmen olamadı, tutuklandı çıktı diye. Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Yengemle ikisi bayağı bir sıkıntı yaşadılar.
Hatırladığım abim lisede öğretmenken nişanlıydılar. Sonra abim tutuklandı. Çıktıktansonra evlendiler. Ben küçüktüm. Öyle hatırlıyorum.
Fakat tabii abimin işsiz kaldığı dönemlerde çok sıkıntı oldu. Yengemle ikisiarasında sürtüşmeler oldu. Ben ortaokula başladım. Matematikten anlamıyorum. O sene modern matematiğe geçti Türkiye. Kimse bir şey anlamıyor modern matematikten. Annem beni abime yolluyor. Hani azıcık abin bir şey göstersin gibilerinden. Abime ters geliyor. Ben abimden dayak yiyorum orada. Bir daha annem beni göndermiyor. Yani bayağı bir şeyler oldu.
Necati Abim Bana Hiç Toleranslı Olmadı. 21 Sene Annemle ve Benimle Hiç Konuşmadı
Ondan sonra benim gençlik zamanlarımda da hiç böyle toleranslı olmadı, abim. Olmadılar. Böyle anlayışlı da olmadılar. Ve abim beni hep kötü gözle gördü. Açıkça söyleyeyim. Diyorum ya bu madalyonun ters yüzü. Ondan sonra biz eşimle kaçtık. Genç yaşta bir evlilik yaşadık. Bilirsiniz İsmail Yağcıoğlu’nu. (Milli Futbolcu şimdi yorumcu İlker Yağcıoğlu’nun amcası. F.T.) Ondan sonra anneme öfke duydu Necati Abim. Annemle küstü.
Ve 21 senelik biz evliydik, annemin vefat ettiğinde. 1999 Depreminden sekiz ay sonra. Necati Abim cenazeye filan gelmedi. Önce Hayati abim öldü, Necati Abim ona da gelmedi. Ben çok bekledim, Hayati Abime gelir diye. Gelecek anne, diyorum. Anne bak abim gelecek, sakın sesini çıkarma, sakın kızma. Sakın neredesin bu zamana kadar deme. Kızım diyordu. Sen çok bekliyorsun ama gelmez o. İnatçıdır, bekleme gelmeyecek o diyordu ve gelmedi. Anneciğim haklı çıktı maalesef.
Necati Abimin işte o sevdiği dedesi var ya. Çorumlu. Babasına bir küsüyor dedem. Kırk sene memleketine gitmiyor, tam kırk sene. Yani çok zor bir şey bu inatçılık, bu kincilik. O kadar zor bir şey ki. Hani benim adımı iyi ki Sevgi koymuşlar. Hiç onlara benzeyen bir yapım yok. Ben tamamen değişik bir yapıdayım ve onlara da söylüyordum. Ben insanlarla çok zor küserim. Hani küserim, küsersem bardak taşmıştır. Ondan sonra küserim, yani o da uzun da sürmez, o da beni rahatsız eder.
Ve Necati Abimle bizim yirmi beş senelik bir küslüğümüz oldu. Son yıllarında barıştık artık. Benim on sene çocuğum olmadı. On seneden sonra bir kızım oldu. Sekiz sene sonra da bir oğlum oldu. Tabii kızım annemin üzüntülerini bildiği için Necati Dayısına hiç sıcak bakamadı. Ama oğlum Ali doğduğunda hiç bilmiyor yani bu tür olayları yaşamadığı için. Böyle öfkelenecek bir şeyi olmadı.
Abimle Benim Yirmi Beş Sene Süren Dargınlığımın Ardından Oğlum Ali Dokuz Yanındayken Dayısını Ziyaret Edince Abim Benimle Barıştı
Necati Abimin Pasajının içinde (Havuzluçarşı) iki dükkân ötede Ali vardır. İdeal Tıp vardır, hâlâ da orada onlar. Hep o Hayati Abimin falan, hepsinin çok eski dostlukları vardır. O Ali'yle biz hâlâ görüşürüz. Abi kardeş gibi, eş dost gibi öyle olduk. Hatta Kerpe’ye bile gelirlerdi onlar annemi ziyaret etmeye. Depremden sonra biz oraya kaçmıştık. Hani o zaman annemi ben hiç bırakmadım zaten.
Biz kaçtıktan sonra babam beni hemen aradı, babam dedi ki, kızım tanıştım aileyle, dayısıyla, abisiyletanıştım. Hepsi iyi insanlar, otur geçin kızım dedi. Ve ben de babamın sözlerine uydum. Ne kadar sıkıntılı zamanlarım olsa da, çok şükür, beni sahiplendiler, bana kötü davranmadılar. Hâlâ da başımın üstünde yerleri var.
Ama Necati Abim affetmedi beni. Hiç, hiç affetmedi. Ki deprem oldu, annemi aldık, annemi de götürdük Kerpe’ye, yanımıza. Sekiz ay sonra annem vefat etti. Arayalım dediler, aramayın gelmez dedim, yok yok yok arayacağız haberi olsun dediler, etrafımdakiler. Aradılar, siz çoluk çocuk gömersiniz, başınız sağ olsun, demiş Necati Abim. Annesinin cenazesine gelmedi yani.
Dört-beş sene sonraydı. Benim oğlan dokuz yaşına gelince, biz Havuzluçarşı’dakiTıpçı Ali'ye gittik. Benim oğlumun aklına takıldı: Anne dayımın adı neydi, ismi neydianne; beni çekeliyor, ben onu çekeliyorum. Biz Tıpçı Ali'nin yanına yukarıya çıktık. Ne söyleniyorsunuz dedi Tıpçı Ali. Sorma, dedim, bugün dayısı aklına geldi dedim, hep saçı neydi, adı neydi deyip duruyor. Dedi, git, ben senin yeğeninim de, dedi. Ablanı kandıramadım, seni bari kandırmış olayım dedi. Gidemiyorsan, mektup yaz, ben götüreceğim dayına senin, dedi. Çok böyle hareketliydi benim oğlan. İnmiş, oraya dayısının kitapçı dükkânına gitmiş.
Sonra da bir geldi yanımıza oğlum, Ali'nin yanına sokuluyor. Hani sanki bir hata işledim de ne yaptım? Eyvah dermiş gibi. Ali'nin yanına böyle sokuluyor diye. Ne yaptın sen demeye kalmadı. Bir baktım, merdivenden Necati Abim çıkıyor yukarıya. Biz böyle bir sarıldık, salya sümük ağlamaya başladık. Çünkü çok seviyorduk birbirimizi.Yani bu kadar küslüğü, bu kadar uzatmanın hiçbir anlamı yoktu. Yani herkese yazıktı; annemede kendisine de yazık bize de yazık. Öyle biz bir daha barıştık abimle.
Ondan sonra burada tiyatrolar olsa tiyatrolara gidiyorduk geliyorduk beraber. Sonra hastalanmaya başladılar işte. Yavaş yavaş hastalıkları ilerledi. Son zamanlarında kim arasa bile, hiç kimseyle konuşmak istemiyordu. Hastalığını anlatmak istemiyordu. Hatta bir ara Şaban Abi (Günel) aramış, Duymadın mı? Ne oldu, sen duymuyor musun diye bir mevzu olmuş da yani niye duymayayım filan diyordu. Hâlâ oturduğun yerde burnu dikti. Hâlâ yani hastayım ben rahatsızım diyemiyordu. İnsanız hepimiz, bugün ayaktayız yarın ne olacağımızıbilemiyoruz. Hiçbirimizin garantisi yok bir şey ama abim böyle sustu. Çok ketum bir insandı. Yani zor bir insandı Necati Abim. Allah rahmet eylesin.
İlahi Adalet Varmış Gerçekten: Annemle 21 Sene Konuşmayan Necati Abimi, Oğlu Emre de Yalnız Bıraktı
Necati Abimin iki oğlu vardı. Büyüğü Korkut, küçüğü Emre. Hani Korkut’un okumama gibi bir ihtimali olamazdı yani. Muhakkak Korkut okuyacak diye tutturdu abim. Bir mevki sahibi, hani iyi bir yerlere gelmesi gerekiyordu. Okudu Korkut, İstanbul’da. Mühendis oldu. Şimdi Dubai’de. Orada evi. Rusya’dan bir kızla, Jena’yla evlendi. İki çocukları var. Abimin küçük oğlu Emre. Eskişehir'de okudu ve sonda bir ders-iki ders bıraktı, okumadı. Hayır yani, inat etti. Devam etmedi, bıraktı okulu, son senesinde. Çok üzüldüler abimle yengem. Ama onda da varmış inat yani bir inatçılık. Damarda var yani. Onlara çekmiş
Ve abim bir gün beni aradı, Sevgi, ne olur, senin etrafın çevren var, bize yardım edecek bir bayan lâzım. Tamam dedim. Bu sefer Necla Yengem karşı çıkıyor, Emre istemiyor. Emre'nin bir tuhaflığı vardı. Bunlar hastalandıklarında Eskişehir'e gitti. Bir de onları o haldebırakıp, hastalıklarını bile bile Emre Eskişehir'e gitti. Ben çok bozuldum. Onunüzerine abim dükkânı kapattı etti filan.
Abim yardımcı var mı etrafında deyip beni arıyor. Emre beni arıyor, Hala, sen nereden buldun? Diye kızıyor. Onlar yapamaz, bırak hala sen onları. Hiçbir kadın madın bulma onlara, diyor. Ama bunlar öyle zor durumda yaşıyorlar ki, ikisi birbirlerinin haplarını içiyorlar yanlışlıkla. Sonra yataktan kalkamıyorlar yani. Etrafı batırıyorlar, düşüyorlar, kafalarını yarıyorlar. Komşular gürültüye geliyor. Yani Necla Yengem Alzheimer, onun kafası tam karışık. Necati Abim Parkinson zaten. Çokyalnız kaldılar. Çok yalnız kaldılar…
Sonra sonra eleman tutuldu. Özbek eleman. Evet, sonra belediye sahip çıktı. Emrah Durmuşuzun süre sahip çıktı. Yani oğlu Emre yalnız bıraktı. Ne geldi ne gitti ne aradı. Hiç yataktan kalkamıyorlardı yani. Onların istemezdik böyle olmasını. Ve böyle olunca, benim geçmişteki öfkem kırgınlıklarım çok daha ayyuka çıktı. Kapatmıştım ben geçmişteki o kırgınlıkları, küskünlükleri aslında. Çok üzüldüm.
Hani normalde bu dünyada adalet doğru dürüst yok ama ilahi adalet denen bir şey varmış. Hani abim çok yalnız kaldı. Annem yalnız kalmadı, gene ben vardım. Etrafımızda çoluk çocuğumuz vardı, komşular vardı. Ama Necati Abim yapayalnız kaldı, yapayalnız kaldı. Onun için de çok üzgünüm, inşallah orada rahat yatıyordur, inşallah gittiği yerde huzurludur.
HAFTAYA: AKADEMİSYEN DR. MEHMET ÖZDEMİR, NECATİ MERT'İN HİKÂYELERİNİN ARKA PLANINI ANLATIYOR


KAYNAK: YENİ SAKARYA GAZETESİ